İsrail’in Başkenti Kudüs Olamaz!
Konuyu İsrail, ABD, Batı, İslam ülkelerinin liderleri ve Müslüman halklar açısından değerlendirelim.
1-İsrail Açısından
İsrail; kendi meşruiyetini sağlayamamışken başkentinin Kudüs olacağı meselesi ile ilgileniyor. Unutmayalım ki İsrail 1980’den beri fiilen Kudüs’ü başkent olarak kullanıyor. İsrail parlamentosu da Kudüs’te bulunuyor.
Vakıa odur ki, İsrail diye bir yapı var ve bu yapı Müslümanların bereketli ve mukaddes yerlerini işgal etmiştir. Bundan önce de Müslümanlar Kudüs’ü kaybetmişti ama tekrar fethedildi.
İsrail’in bu coğrafyada geleceği olamaz. İsrail; bu topraklardaki varlığını meşrulaştırmanın ve ömrünü uzatmanın derdinde. Meşruiyetini kabul etmediğimiz İsrail Kudüs’ü başkent ilan etse veya ilan etmezse ne değişecek. İsrail başkenti fiilen Tel Aviv’e taşısa meşru bir devlet mi olacak? Hayır.
Bu açıdan baktığımızda, sorun İsrail’in yaptıkları ile ilgili olmaktan öte İsrail’in varlığı ile ilgilidir. Varlığı meşru olmayan bir yapıdan meşru bir iş beklenemez. Yaptığı her bir fiil gayr-i meşru ve hükümsüzdür.
İsrail gününü kurtarmaya çalışıyor olabilir. Yarınından emin değil ve olamaz. Tarih boyunca varlığını Müslümanların himayesine borçlu olanların, yakında tekrar himayemize muhtaç kalacakları unutulmamalıdır. Bize düşen, sorumluluğumuzun farkında olarak davranmak ve davaya sahip çıkmaktır.
İsrail’in kuruluşunun yaklaşık 70. yılı. Olmert’in yolsuzluktan hapis yattığı bir dönemde, Netanyahu’nun ve eşinin yolsuzlukları ayyuka çıkmış iken, dini manada gündem değil Kudüs.
Thedor Herzl, David Ben Gorion dindar olmadıkları halde çalışmalarının merkezine sürekli olarak Kudüs’ü yerleştirmişlerdir. Yani dini; amaçlarına, siyasetlerine, zihniyetlerine alet etmişlerdir. Bu şekilde Yahudi toplumunu dini olarak motive etmişlerdir.
Netanyahu seleflerine fark atarak hırsızlık ve yolsuzluğunu örtmek için Kudüs’ü kalkan olarak kullanma marifetini göstermiştir. İşte büyük diye gösterilmeye veya görünmeye çalışan İsrail’in hali. Böylesi kirli emellerine Kudüs’ü (kendileri için yeryüzünün en kutsal beldesini) alet etmektedirler. Emin olunmalı ki, bu durum Müslümanlardan daha çok dindar yahudilere büyük bir hakaret olarak anlaşılmalıdır.
2- Abd ve Batı Açısından
Kudüs’ün İsrail’in başkenti olması konusu batı açısından dini ve siyasi olmak üzere iki farklı ihtimal dahilinde değerlendirilmelidir.
Dini olarak Kudüs yahudilerin olduğu Hıristiyanların da en kutsal kentidir.
Bir Hırıstiyan için yeryüzünün en kutsal şehri
Peygamber şehri,
İsa’nın çarmıha gerildiği,
defnedildiği,
defnedildikten 3 gün sonra mezarından kıyam ettiği,
40 gün sonra göğe yükseldiği,
kıyamet günü adalet tahtının kurulacağı yer Kudüs.
Bir hıristiyanın en değerli varlığı İsa’yı çarmıha geren Yahudi ile barışması bir araya gelmesi mümkün değildir.
Dolayısıyla batı, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olmasına genel olarak tepki göstermektedir. Bu tepki makul görülmelidir ve temelinde dini hassasiyetin bulunduğu bir reflekstir.
Tarih boyunca defalarca Hıristiyanlar tarafından Yahudilerin soykırıma uğratılması tesadüfi olmazsa gerektir.
Görüldüğü gibi durum burada da siyasidir. Netanyahu Kudüs’ü; hırsızlığını örtmek, Trump ise siyasi çalkantıdan kurtulmak ve koltuğunu korumak için kullanmaktadır.
Bir yandan da Kudüs’ü kaybedişimizin 100. yılına girmişken neredeyse tam da sene-i devriyesinde ABD’nin Kudüs’e elçiliğini taşıma kararı Türkiye ile hesaplaşmaya çalışmalarındandır.
3- İslam Ülkelerinin Liderleri
Geçmişteki liderlerin kimi rahmet kimi lanetle anılır. Kudüs’ün özelliğidir; Ne Calut, ne Şerif Hüseyin unutulmuyor, hala lanetle anılıyor. Yine Kudüs’ün özelliğidir ki, Ne Hz. Davud, ne Hz. Ömer, ne Yavuz Sultan Selim, ne Selahaddin-i Eyyubi ne de Sultan Abdülhamid unutulmuyor. Yani Kudüs kimini rahmet ve minnet kimini de lanetle gündemde tutmaya devam ediyor.
Günümüz liderlerine gelince, kimi Calut kimi de Nebi Davud tarafında anılacaklardır. Nebi Davud tarafında anılacak olanlara selam olsun.
4- Müslüman Halklarla İlgili
Müslümanlar olarak çok zor bir dönemden geçiyoruz. Bundan önce de İslam dünyası özellikle iki defa, Moğol ve Haçlı saldırıları sırasında büyük felaketler yaşadı. Şimdi yaşadığımız felaket ne Moğol ne de haçlı felaketi gibi değildir. Bilakis daha beterdir. Daha beter olmasının sebebi ise düşmanın gücü değil Müslümanların tefrikası, basiretsizliğidir. Yani aslında bu ağır bedelin sebebi küçümsenmeyecek ölçüde biz Müslümanlarız.
Mescid-i Aksa bizim evimiz veya işyerimiz değildir. Rabb’imizin mübarek ve mukaddes diye tavsif ettiği bir mekandır.
Buraya yapılan saldırılar bizim evimize, yurdumuza yapılan saldırılardan daha ağırdır. Bizim onurumuzu, haysiyetimizi daha derinden rencide etmektedir.
Kudüs (yakın zamanda) fethedilecektir. Dava ilahidir, Kudüs ve Mescid-i Aksa Rabb’imizin haremidir, muhteremidir, mahremidir.
Ümmet emanete sahip çıkacak mı çıkmayacak mı? Mesele budur. Tarihte iki defa yerle bir edilmiş Mescid-i Aksa bölgesinde zulüm ve şirk payidar olmamıştır, olamaz da. Buradaki zulmün süresi bizleri aldatmasın.
Hac suresinde “Bir de senden acele azap istiyorlar. Hâlbuki Allah asla vaadinden caymaz. Şüphesiz Rabb’inin nezdinde bir gün, sizin saydığınız bin yıl gibidir.”
ve Al’i İmran suresinde “İnkar edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin, sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz, onlara ancak günahları artsın diye mühlet veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.”
buyurulmuştur.
İsrail Kudüs’ü başkent ilan etmiş. ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı almıştır. İsrail’i kim tanıyor ki başkentlerinin Kudüs olduğunu tanımış olalım. İsrail’in varlığını tanıdık mı ki, İsrail’in varlığı meşru mudur ki aldığı kararın bir kıymet-i harbiyesi olsun.
Bize yakışan; Kudüs’ün izzetine, Mescid-i Aksa’nın kutsiyetine yaraşan onurlu ve izzetli bir duruş bir amel sergilemektir. Er ya da geç Kudüs fethedilecektir. Bize düşen bizim ne yaptığımızdır, bizim alacağımız roldür.
Kudüs konusunda taraf olmak yetmemektedir. Mutlaka amel etmemiz gerekir.
Kudüs’ün fethinde Rabb’imizden memuriyet niyazıyla.
Musa Biçkioğlu