SÜNBÜL EFENDİ'DE AŞ, AŞKA DÖNÜŞÜYOR
Beş asırlık gelenek yeniden canlanıyor, Sünbül Efendi Merkez Tekke ocağı bu kez birlik ve beraberlik ruhu için tütecek.
İstanbul'un fethinden 92 sene evveline kadar kesintisiz olarak süren “Aşure kaynatma” geleneği eski adıyla Sünbül Efendi Merkez Tekke olarak bilinen yerde kaynar; 9 Muharrem’de Mevlid-i Şerif, dua ve zikirlerle kaynatılan aşure 10 Muharrem'de Ehl-i Beyt âşıklarına ve İstanbullulara ikram edilirdi. 95 yıllık aradan sonra aynı ruh, İnsan ve İrfan Vakfı çatısı altında yeniden hayat bulacak. Bir çok farklı tanenin bir araya gelerek kaynadığı aşure bu yıl da farklı gönülleri ve güzel insanlarımızı Ehl-i Beyt muhabbetiyle buluşturup, birlik ve beraberlik ruhunu yaşatacak.
Bundan beş asır öncesinde her Muharrem ayında Sünbül Efendi Merkez Tekkesi başka bir heyecana bürünürdü. Harlanmış kazanlarda pişen aşurelerin karıştırıldığı muhteşem tabloyu tevhîd, ilahi ve duâlar tamamlardı. Muhabbetin, birlik ve beraberlik ruhunun en güzel örneğinin sergilendiği tekkelerden biri olan Sümbül Efendi Tekkesi'nde bu güzel tablo bu yıl da tekrarlanacak. Bu köklü ve anlamlı geleneğe yeniden sahip çıkan İnsan ve İrfan Vakfı 10 Muharrem'de dağıtılmak üzere 9 Muharrem yani 29 Eylül Cuma günü aynı usul ve adetle 92 yıl aradan sonra Muharrem aşı pişirmek için ocağı uyandıracak. Bu geleneğe uygun aşure pişirildiğini gören insanlara ulaşılarak, bütün detayları kayıt altına alan İnsan ve İrfan Vakfı, buğdayların yıkanmasından, tek tek kazana atılırken okunacak dualarına, aşure kaynatan kişilerin kıyafetinden, okunacak ilahi ve mersiyelere kadar her şeyi titizlikle hazırlayarak aşure kaynatma geleneğini ihya edecek. Kur’an tilaveti, şifa ayetleri, mersiyeler, dualar, zikirler ve dualarla İstanbul halkı aşurenin kaynamasına gönülleri ve muhabbetleriyle şahit olacaklar.
Bizler siz değerli basın mensuplarına duyuruyu yaparken Merkez Tekke’nin usulünü bozmama gayreti içindeyiz. Çünkü bu manevi ocaklara herhangi bir şey için kimse davet edilmezmiş. Fakat bu muhabbetle kaynayacak olan aşureyi biz siz güzel insanlarımıza duyurmuş olalım. Bu güzelliği bizlerle paylaşmak istemek ve orada bulunmak elbette sizlerin güzel gönüllerine kalmaktadır.
Allah Allah eyvallah
Evvel Allah âhir Allah
Zâhir Allah bâtın Allah
Lâ ilâhe illallah Muhammedurresûlullah
Vakt-i şerîf hayrola
Mâh-ı muharrem hayrola
Hayırlar feth ola
Şerler def ola
Meydanlar küşad ola
Aşımız mübârek ola
Yiyenlere şifa ola
Şühedâ-i Kerbela’nın ve bâhusus
Hazret-i Hüseyin efendimiz’in
Şefaatleri üzerlerimize ola
Cümle şehid ü şühedâya selâm ola
Vatana millete aşk ile hizmet edenler aziz ola
Cümle İslâm diyarları ve dahi memleketimizde
Huzur saadet dâim ola
Âmin
Sizleri 'birlik ve beraberlik ruhu' ile karışacak aşure kaynatma merasimimizde aramızda görmek ümidiyle...
BİLGİ NOTU
Bir çok aşık ve sadığa kol kanat germiş, içlerinde Merkez Efendi ismiyle meşhur Musa Muslihiddin Efendi’nin de bulunduğu isimleri yetiştirmiş olan Sünbül Efendi Tekkesi, fetihten sonra resmi faaliyetini bizzat padişahın fermanıyla elde ettiğinden dolayı “Merkez Tekke” ismini almıştır. İstanbul’daki tasavvuf mektepleri, ulema ve meşayih aldıkları kararları burada toplanarak ilan eder, dini ve sosyal meseleleri kendi aralarında burada değerlendirir ve İstanbul’un aydınlarına, dini hassasiyeti olan halkına duyurular en son burada konuşulduktan sonra ilan edilirdi. Sultan 2. Mahmud hatta 2. Abdulhamid zamanına kadar Merkez Tekke önemini hep korumuştur. Bu saygı ve kıdemin bir göstergesi olarak ilk aşure kaynatılması da Merkez Tekke’de yapılır, sonra yine bu kıdem takip edilerek (mesela 2. hafta Tophane İsmail Rumi Kadiri Tekkesi’nde) sırayla asitaneler aşure kazanlarını bu manevi ocaklarda kaynatırdı.
Aşure pişirilmesinin bizim medeniyetimizde çeşitli izahları mevcuttur. Fakat bunlar içerisinde belki en anlamlı olanı, bir çok farklı tanenin ve çeşidin bir kazanda kaynayıp birleşmesi ve bu birliktelikle aş ve aşka dönüşmesidir. Asırlardır güzel ve kamil insan yetiştirmeye gayret eden bu ocaklar “matbah” şimdiki adıyla mutfak ve aş pişirmeye ayrı bir ehemmiyet verir, ocakta yemek pişirmek vesilesiyle insanın hamlığından geçmesini ve pişmesini sağlayan bir eğitim verilirdi. Ayrıca muhabbetin meşk edildiği bu ocaklarda pişen aş hem helal lokmanın bereketiyle ve sırrıyla birleşir, hem de insanların kursağından daha midelerine inmeden aşk ve muhabbete dönüşmesi için özen gösterilirdi.
Sünbül Efendi Merkez Tekke’de aşure geleneğini anlamlı kılan diğer bir husus ise burada bulunan Çifte Sultanlar Türbesi’dir. Caminin avlusunda, Sünbül Efendi Türbesi’nin hemen önünde Hz. Hüseyin Efendimiz’in “Kerîmeteyn-i Muhteremeteyn” ismiyle de anılan kızlarının türbesi bulunmaktadır. İsimlerinin Fatma ve Sekine olduğu rivayet edilen Çifte Sultanların kabrini İstanbul’un fethini müteakip Sünbül Efendi hazretleri keşfetmiştir. Fetihten sonra merkez tekke olan bu mekan daha evvel kızlar manastırıydı. Hatta prenses Teodora’nın ömrünün sonuna doğru bu manastıra kapandığı, Çifte Sultanların manevi feyziyle İslamiyet’i kabul ederek burada öldüğü söylenir. Ancak birçok kaynakta geçen en önemli rivayetse Mısır’a deniz yoluyla götürülmek istenirken Çifte Sultanların Bizans kuvvetleri tarafından esir alındığı, daha sonra da bu tertemiz ve pak nesilden gelen muhterem sultanları şövalyelerle evlendirmek istediklerini, bunun üzerine de Fatma ve Sekine sultanların Cenab-ı Hakk’a yalvararak bu zilletten kendilerini kurtarmasını niyaz ettikleri, sabahleyin ikisinin de ruhlarını pak ve tertemiz olarak teslim ettikleri şeklindedir.
Akşemseddin Hazretleri, Halid Bin Zeyd Ebû Eyyûb El-Ensârî Efendimiz’in kabrini nasıl kaybolduktan sonra fetihle beraber keşfettiyse Sünbül Sinan Hazretleri de kaybolmuş olan bu kabri keşfederek ortaya çıkarmıştır. Zira fetihten önce İstanbul’da büyük bir zulüm, dine ve ilme karşı büyük bir tahribat vardı. Bu sebepten din adamları hakaretle sürülüp öldürülüyor, insanların mukaddes ve mübarek kabul ettiği mekanlarda bir bir tahrip edilip ne ihyasına ne ziyaretine müsaade edilmiyordu. Fethe kadar da bunlar böyle devam etmişti.
Yaşadığımız 15 Temmuz darbe girişiminin ardından kardeşlik ve muhabbete ve tabi ki birlik ve beraberliğe ne kadar ihtiyacımız olduğunu söylemeye herhalde hacet yoktur. Zaten her devirde insanlık bu sevgi ve kardeşliğe muhtaçtır. Zalimlere el pençe divan durmayan Hz. Hüseyin ve onun muhabbet neferleri elbette Kerbela’da boşuna şehit olmamışlardır. Bir Allah’a ve bir Peygamber’e inanan Müslümanların bugün de kardeşlerinin kanının dökülmemesi zalimlere karşı bir vücut olabilmeleri için kendi değerlerine manevi örf ve adetlerine sıkı sıkıya sarılmaları, kendilerini ayrıştıracak değil birleştirecek güzelliklere kucak açmalıdırlar. Bizler bu birlik ve beraberliğe vurgu yapmak için kazanlarımızı harlıyor, gönülleri buluşturuyoruz.