Türk tasavvuf edebiyatında ‘şehîd’, ‘şehîd-i aşk’ gibi mazmûnların yanında dikkat çeken mazmûnlardan birisi de ‘şâh-ı şehîdân’ mefhûmudur.
Edebî metinlerde ‘şeh’ şeklinde de geçen ve daha ziyade ‘hükümdâr, pâdişah, sultân’ anlamında kullanılan ‘şâh’ kelimesi, satranç oyununda en önemli bir taşın adı olduğu gibi İran ve Afgan hükümdârlarına, büyük sûfî, tarîkat pîr ve şeyhlerine unvân olarak da verilmiştir.
‘Şâh’ kelimesinin yukarıda belirtilen anlam ve kullanımlarına ilaveten Türkçe isim tamlamasının ikinci, Farsça terkiplerin birinci öğesi olarak kullanımı yaygındır. Hz. Peygamber için kullanılan ‘Şâh-ı cihân (cihânın şâhı), Şâh-ı enbiyâ (peygamberlerin şâhı), Şâh-ı kevneyn (iki âlemin şâhı), Şâh-ı levlâk (Levlâk’ın şâhı), Şâh-ı risâlet (peygamberliğin şâhı)’ ve Hz. Ali için ‘Şâh-ı merdân (erlerin, yiğitlerin, mertlerin şâhı)’, ‘Şâh-ı Necef (Necef’in şâhı)’, ‘Şâh-ı velâyet/vilâyet (Velîliğin şâhı)’ tâbirleri bunlardan ilk akla gelenlerdir.
İşte böylesi tâbirlerden birisi de Hz. Peygamber’in torunu, Hz. Ali’nin oğlu, Kerbelâ’da Yezîd tarafından 10 Muharrem 61/10 Ekim 680 tarihinde hunharca öldürülerek şehîd edilen, Müslümanların gönlünde kapanmaz bir yara, sönmez bir ateş, tarifsiz bir acı ve hüzün bırakan Hz. Hüseyin için kullanılan ‘Şâh-ı Şehîdân (Şehîdlerin şâhı)’ tâbiridir. Bu tâbir, ‘şâh’ kavramının mânevî ve zihinsel yönüne işaret ettiği kadar sûfî şâirin tarih tasavvurunu, hayat tarzını ve düşünce yapısını ortaya koyması bakımından büyük bir ehemmiyet arzetmektedir. Burada dikkatleri celbeden bir başka husus da şehîdliğin kudsiyeti ile Ehl-i Beyt’in mânevî kimliğinin bir araya gelmesidir. Bu açıdan ‘Şâh-ı şehîdân’ makâmı, pâyesi oldukça üstün tutulmuştur.
‘Şâh-ı şehîdân’ tâbiri yerine bazen de hemen hemen aynı anlama gelen ‘Şâh-ı şehîd (Şehîdin şâhı)’, ‘Sultân-ı Şehîdân (Şehîdlerin sultânı’, ‘Server-i gürûh-ı şehîdân (Şehîdler zümresinin önderi’, ‘Ser-çeşme-i hayl-i şehîdân (Şehîdler ordusunun komutanı)’, ‘Şâh-ı şehîd-i Kerbelâ (Kerbelâ’nın şehîdinin şâhı)’, ‘Şâh-ı şühedâ (Şehîdlerin şâhı)’, ‘Şâh-ı şühedâ-yı Kerbelâ (Kerbelâ şehdilerinin şâhı)’, ‘Şehîd-i Kerbelâ (Kerbelâ’nın şehîdi)’, ‘Şâh-ı Kerbelâ (Kerbelâ’nın şâhı)’ ve ‘Seyyidü’ş-şühedâ (Şehîdlerin efendisi)’ gibi tâbirlerin kullanıldığı görülmektedir. Söz konusu tâbirlere, gerek klasik edebiyatta ve gerekse tasavvuf edebiyatımızda bilhassa Hz. Hüseyin için yazılan mersiyeler içinde çokça yer verilmiştir. Şimdi tarihî seyri içerisinde önde gelen sûfî şâirlerin yahut tasavvufla irtibatı bulunan klasik edebiyat şâirlerinin bu tâbirlerle ilgili beyit ve şiirlerine bir göz atalım.
Tasavvuf Edebiyatında ‘Şâh-ı şehîdân’ Tâbirli Beyit ve Şiirler
Bu hususta ilk gözümüze çarpan, ‘Şâh-ı şehîdân’ tâbirini birebir kullanmasa da aynı anlama gelebilecek şekilde ifadeleri bulunan Âşık Yûnus’tur. Nitekim o, hem Hz. Hüseyin, hem de kardeşi Hz. Hasan için ‘şehîdlerin serçeşmesi (komutanı)’ ifadesini kullanmıştır:
Şehîdlerin serçeşmesi
Enbiyânın bağrı başı
Evliyânın gözü yaşı
Hasan ile Hüseyin’dir
Fazlullah Hurûfî’ye intisâb ederek halîfesi olan sûfî şâirlerden Seyyid Nesîmî (v. 820/1417?), Kerbelâ’nın şehîdinin aşkına lâlelerin dahi başlarını yarıp kan rengine büründüklerini söyler:
Lâle öz başını yarmıştır Hüseynîler kimi
Kana boyanmış şehîd-i Kerbelâ’nın aşkına
Rûmeli abdâllarından biri olarak nitelendirilen Hayretî (v. 941/1535), Dîvân’ında ‘Der Medh-i İmâm-ı Saîd A‘nî Hüseyn-i Şehîd Radıyellâhu Te‘âlâ Anhu’ başlıklı mersiyesinde Hz. Hüseyin’i yiğitler zümresinin sultânı olarak nitelendirdiği gibi şehîdler topluluğunun önderi olarak da tavsif etmiştir:
Ey pâdişâh-ı zümre-i merdân yâ Hüseyn
V’ey server-i gürûh-ı şehîdân yâ Hüseyn
***
Anın hâki mefhar-i âl-i Nebî durur
Ya‘nî Hüseyn-i şâh-ı şehîdân yâ Ali
Aynı dönemde yaşamış klasik şiirin zirvelerinden biri olarak kabul edilen ve Kalenderî-Haydarî zümresinden olan Hayâlî Bey (v. 964/1556), bir beytinde, dünya gamına dalmışların Muharrem ayında Kerbelâ şehîdi için âh u vâh edenleri asla anlayıp bilemeyeceğini söyler:
Gam-ı dünyâ bizi bilmaz velî mâh-ı Muharrem’de
Şehîd-i Kerbelâ içün bir âh u vâhımız vardır
XVI. asrın Hurûfîlik düşüncesiyle yoğrulmuş, Bektâşîlerin yedinci büyük şâiri olarak kabul edilen Virânî, bir beytinde ezelden Kerbelâ şehîdi Şâh Hüseyin’in kulu olduğunu söylerken, diğerinde Hz. Ali’nin Hz. Peygamber, Hz. Hasan, Kerbelâ’nın şehîdinin şâhı Hz. Hüseyin olduğunu dile getirir:
Ezelden abdiyim şâh-ı Hüseyn’in
Şehîd-i Kerbelâ’nın bendesiyim
***
Ali Ahmed Hasan şâh-ı şehîd-i Kerbelâ’dır bil
Ali’dir Âbidin Bâkır Ali’dir Ca‘fer-i irfân
XVI. asırda yaşamış olduğu kaydedilen, Bektâşîlik yoluna girdiği ileri sürülen ve ‘Hüseyn’ redifli mersiyesi ile meşhur olan Sâfî, söz konusu mersiyesinin matla‘ beytinde, Hz. Hüseyin’in can ve gönül tahtının sultânı ve Kerbelâ şehîdlerinin şâhı olduğunu söyler:
Ey cân u dil serîrine sultân yâ Hüseyn
V’ey Kerbelâ’da şâh-ı şehîdân yâ Hüseyn
Halvetî-Sinânî şeyhlerinden Seyyid Nizâmoğlu Seyfullah (v. 1010/1601) da Virânî gibi Hz. Ali’nin, Kerbelâ şehîdinin şâhı Hz. Hüseyin olduğunu söyleyerek her an bütün kâinâtın kana boyanmasını ister. O, diğer bir beytinde ise amcasının Hasan Hulki Rızâ ve dedesinin Kerbelâ şehîdinin şâhı olduğunu dile getirerek onun soyundan olduğunu belirtir:
Her dem içre kana gark olsun vücûd-ı kâinât
Çün Hüseyn-i şâh-ı şehîd-i Kerbelâ’sın yâ Ali
***
Benim ammim Hasen Hulkı’r-Rızâ’dır
Atam şâh-ı şehîd-i Kerbelâ’dır
Seyyid Nizâmoğlu’nun şehîdler şâhına olan aşk ve muhabbeti bunlarla sınırlı değildir. Onun uğrunda sînesi elif elif dağlanıp süslenmiştir:
Zeyn edip bir bir elifler dağlarıyla sînemi
Şâh-ı şehîdân Hüseyn-i Kerbelâ’nın aşkına
XVII. asrın önde gelen klasik şâirlerinden, tasavvuf alanında da ilerlemiş olan ve Esrâr Dede’ye göre Mevlevîlik yoluna sülük ederek İstanbul’a gittiğinde bir müddet Galata Mevlevîhânesi’nde kalan, ardından Konya’da Mevlânâ Türbesi’ni ziyaret etmiş bulunan Rûhî-i Bağdâdî (v. 1014/1605)’ye göre Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’ini sevenler şehîdler şâhının mâtemini tutmalı, yeryüzünü kana boyayarak acı ile feryat koparmalı, ıstırapla inlemelidir. Tâ ki feryadı göklere ulaşsın. Muharrem ayı yılbaşı olarak da kabul edilmiştir. Zira bu ayda şehîdler şâhının mâtemi tazelenir:
Muhibb-i Âl isen tut mâtem-i şâh-ı şehîdânı
Zemîni gark-ı hûn it çarha çek feryâd-ı efğânı
***
Anınçun tutdılar yıl başını mâh-ı Muharrem kim
Cedîd olup bu ayda matemi şâh-ı şehîdânun
Ancak Rûhî-i Bağdâdî, kan ağlayan gözlerin, Kerbelâ’yı kana bulayıp şehîdler şâhının mezarını bir sel gibi götürmesinden de endişe etmektedir:
Yeter kan ağla Ruhî Kerbelâ’yı gark-ı hûn itdün
Gider sile mezârı korkarın şâh-ı şehîdânun
XVII. asrın bir başka Mevlevî sûfî şâiri ve asıl adı Yûsuf olan Derviş Fennî-i Sükûtî (v. 1077/1667), Kerbelâ’nın ateşinin asla sönmeyeceğini, gözlerden su yerine hep kan aktığını, bundan dolayı şehîdler şâhına âh u vâh ettiğini belirtmektedir:
Teskin olmaz ey Sükütî Kerbelâ’nın ateşi
Dîdemizden su yerine akdı hep kan yâ Hüseyn
Âh Hüseynim vâh Hüseynim şâh-ı şehîdân yâ Hüseyn
Uşşâkiyye’nin Cemâliyye kolunun kurucusu Pîr Muhammed Cemâleddîn Uşşâkî (1164/1751), bir mersiyesinde Hz. Hüseyin’in şehîdlerin şâhı ve önderi, Hz. Peygamber’in gözünün nûru olduğunu ve Hak katından ilim almak isteyenlerin onun denizine dalması gerektiğini kaydeder:
Kurretü’l-ayn-ı Resûl’sün server ü şâh-ı şehîd
İsteyen ders-i ledün ol bahre dalsun yâ Hüseyn
XVIII. asırda Celvetiyye’nin Hakkıyye kolunun müessisi, Rûhu’l-Beyân adlı tefsiri ile meşhûr, kaleme aldığı yüzü aşkın eseriyle velûd bir müellif olan Şeyh İsmail Hakkı Bursevî (v. 1137/1725), ‘Mersiye Li-Hazret-i Seyyidü'ş-Şühedâ İmâm-ı Hümâm-ı Hüseyn-i Deşt-i Kerbelâ’ başlıklı nutkunun bir beytinde, Hz. Hüseyin’in kanlı gömleğinin; askerlerin, şehîdlerin sancağı olduğunu, bu sebeple onun şehîdler zümresinin komutanı olduğunu belirtmekte, diğer beyitte ise Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehîd düşmesi hasebiyle mâtem acısıyla güneş misali onun etrafında döndüğünü ifade etmektedir:
Kanlı gömlek oldı sancağın şehîdân askerin
Sensin ol ser-çeşme-i hayl-i şehîdân yâ Hüseyn
***
Sûziş-i mâtemle devrân eylerim mânend-i şems
Kim şehîd-i Kerbelâ’sın yâ Hüseyn-i Müctebâ
Gülşeniyye’nin Sezâiyye kolunun müessisi Pîr Hasan Sezâyî (v. 1151/1738), Dîvân’ında murabba tarzındaki, pekçok bestesi de bulunan mersiyesinin bir dörtlüğünde, Kerbelâ şehîdine mâtem ayı olan Muharrem’de, hasret ateşiyle ciğerler dağlanarak ağlanılması gerektiğini öğütlerken, diğer dörtlüğünde Kerbelâ şehîdinin şâhının Hz. Ali ve Ehl-i beyt’in göz nûru, babasının Hz. Ali ve dedesinin Hz. Peygamber olduğunu belirtmektedir:
Ey şehîd-i Kerbelâ’ya ağlayan
Ağla mâtemdir Muharrem’dir bugün
Nâr-ı hasretle ciğerin dağlayan
Ağla mâtemdir Muharrem’dir bugün
...
Kimdir ol şâh-ı şehîd-i Kerbelâ
Nûr-ı çeşm-i Murtaza âl-i abâ
Eb ü ceddir Ali hem Mustafa
Ağla mâtemdir Muharrem’dir bugün
Filibe Bektâşî Dergâhı şeyhlerinden Edirneli Mustafa Sa‘düddîn Behiştî Efendi (v. 1178/1764) ise Ehl-i Beyt’in mâteminden boyunlara zincir takılması, iniltili feryatlarla sînenin dilim dilim, lime lime yapılması, onları sevenler ile mâtem halinin müjdelenmesi ve Kerbelâ destanını yazarak figân koparıp, şehîdler sultânının mâteminin dillere vird edilmesi gerektiğini söyler:
Takılsun Ehl-i Beyt’in mâteminden boynuna zencîr
Figân-ı nâlelerle şerhalar çek sînene yer yer
Muhibb-i hânedân ile mâtem hâlini tebşîr
Hemîşe dâsıtân-ı Kerbelâ yazup figân eyle
Ki sultân-ı şehîdân mâtemin vird-i zebân eyle
Celvetiyye’nin Hâşimiyye kolunun müessisi ve aynı zamanda Bektâşîlik yolundan icâzeti bulunan, Melâmî meşrep Mustafa Hâşim Baba (v. 1197/1783), Dîvân’ında Hz. Hüseyin’i ‘Şehîd-i Kerbelâ’, ‘Şâh-ı Kerbelâ’ ve ‘Şâh-ı şehîdân’ tâbirleriyle anlatmıştır:
Es-salâ ey vâris-i ilm-i nübüvvet ve’s-selâm
Hutbe-i ümmü’l-kitâbdır hem sehîd-i Kerbelâ
***
Nübüvvet ümm-i hilâfet âmiri Ahmed biri Haydar
Bu sırrdur mecmau’l-bahreyn şehîd-i Kerbelâ geldi
***
Bunca ashâb-ı Resûli itdiler on gün şehîd
Vak‘a-i harre didi ol güne şâh-ı Kerbelâ
***
İki sühedâsı şâh-ı şehîdânın biri Kâsım
Birisi Ekber Abdullah bular gencine-i envâr
Celvetiyye’nin Hakkıyye kolu şeyhlerinden Keşanlı Süleyman Zâtî Efendi’nin halîfesi Edirneli Ali Senâî Efendi (v. 1199/1785) de Muharrem ayının mâtem, hüzün ve gözlerden kanlı yaşlar dökme ayı olduğunu belirterek bugünlerde Kerbelâ’nın şehîdinin ahvâlinin tefekkür edilmesini istemektedir:
Bugünlerde şehîd-i Kerbelâ ahvâlini fikr et
Serencâmı bilirken ol rızâda bastı ayağı
Bulgaristan Rusçuk Sa‘dî Dergâhı şeyhlerinden Ömer Zarîfî Efendi (v. 1210/1795), bir mersiyesinde, Hz. Hüseyin için ‘Şehîd-i Kerbelâ’ tâbirini kullanarak Muharrem ayında hem Hz. Peygamber, hem Hz. Ali ve hem de Kerbelâ’nın şehîdi Hz. Hüseyin için mâtem tutulmasını öğütlemektedir:
Muhammed Mustafâ içün Aliyyü’l-Murtazâ içün
Şehîd-i Kerbelâ içün Muharrem'de kılın mâtem
Zarîfî bir başka mersiyesinde ise Hz. Hüseyin ve Hz. Hasan’ın Hz. Peygamber’in göz nûru, sürûru olduklarını, Kerbelâ şehîdine candan, gönülden muhabbet duyduklarını ifade eder:
Kurretü’l-ayn-ı Resûli şâh Hüseynî şâh Hasan
Cân u dilden ol şehîd-i Kerbelâ’dır sevdiğim
XVIII. asrın önde gelen sûfî şâirlerinden ve Nakşî, Mevlevî ve Melâmî tarîkatlarına mensup bulunan Edirneli Hoca Süleymân Neş’et Efendi (v. 1222/1807), ‘Mersiye-i Hazret-i İmâm Hüseyin’ başlıklı şiirinde, Kerbelâ’da olan mâtem ve gamın hatıra getirilerek gözlerin şehîdler şâhı için kan akıtması ve âdetâ kan seline dönüşen bu sularla çağlaması gerektiğini ifade ederek Hz. Hüseyin’in gözyaşının bir katre mâteminin bütün âlemi rahmet denizine gark edeceğini belirtir:
Bir katre eşk-i şâh-ı şehîdân mâtemi
Gark-âb-ı bahr-i rahmet ider cümle âlemi
Yâd eyle Kerbelâ’da ola mâtem ü gamı
Ey dîde kan ağla İmâm Hüseyn için
Ey seyl-i hûn çağla İmâm Hüseyn için
XVIII. asrın bir başka sûfî şâiri, halk arasında ‘Oruç Baba’ diye de meşhur olan, Halvetiyye’nin Şa‘bânî ve Sinânî kolundan Şeyh Mustafa Zekâyî Efendi (v. 1227/1812)’ye göre, ‘Şehîdlerin şâhı’ olma pâye ve makâmı, evliyâlık derecesinden yücedir ve onun mayası da “iki yay arası, hatta daha da az” (Necm, 53/9) âyetidir:
Evliyâdan yücedir şâh-ı şehîdin pâyesi
Kâbe kavseyn-i ev-ednâ’dan alınmış mâyesi
Şeyh Mustafa Zekâyî Efendi, ‘Mersiye-i Şâh-ı Şehîdân’ başlıklı şiirinin girişinde, Kerbelâ şehîdinin mâteminin tâ kıyâmet gününe kadar devam edeceğini, Ehl-i Beyt’in kanının diğer kanlarla eş tutulmaması gerektiğini ve onun her damlasının dünyayı yakan çok nurlu bir güneş olduğunu, o an Kerbelâ’nın kızıl renk ile resmedilmiş yere benzediğini, sanki onun toprağına şehîdlerin rûhunun kırmızı bir yatak gibi döşendiğini söylemektedir:
Şehîd-i Kerbelâ’nın mâtemi tâ rüz-ı mahşerdir
Dem-i Âl-i abâ’yı sanma her kana beraberdir
Anın her katresi hurşid-i âlem-sûz-i enverdir
Kızıl reng ile şol dem Kerbelâ arz-ı musavverdir
Döşenmiş hâkine rûh-ı şehîdân sürh-pisterdir
Zekâyî Efendi, ‘Mersiye-i Evlâd-ı Ali’ başlıklı şiirinde ise Hz. Hüseyin’in hem şehîdlerden müteşekkil süvari takımının baş askeri, komutanı, hem de velâyet ülkesinin şâhı ve Muhammed ümmetinin yeni zikrinin doğuş yeri olduğunu kaydeder:
...
Zümre-i hayl-i şehîdânın odur ser-askeri
Şâh-ı iklîm-i velâyetdir Hüseyn-i Kerbelâ
Matla‘-ı nev-zikr-i ümmetdir Hüseyn-i Kerbelâ
XIX. asır mutasavvıf şâirlerinden olduğu kaydedilen Haydar, ‘Mersiye-i İmâm Hüseyn’ adlı şiirinin bir beytinde, Şeyh Mustafa Zekâyî Efendi gibi Hz. Hüseyin’in şehîdlerin komutanı olduğunu belirterek gönüllerin onun için âh ve feryat etmesini ister:
Kulundur Haydar-ı kemter şefâ‘at kıl şâh-ı kişver
Sensin şehîdâna serasker gönül âh u figân eyle
Rifâiyye tarîkatından Edirneli Şeyh Kabûlî Mustafa Efendi (v. 1244/1829), Dîvân’ında yer alan bir beytinde Hz. Hüseyin’i ‘Şâh-ı merdân-ı şehâdet’ (Şehîd olmuş yiğitlerin şâhı) ve ‘Şehîd-i Kerbelâ’ (Kerbelâ’nın şehîdi)’ olarak nitelendirerek onun Hz. Peygamber’in torunu olduğunu ifade ederken, ‘Mersiye-i Düvâzdeh-İmâmân’ başlıklı müsemmen nutkunda da onun mazlûmların şâhı, Hz. Ali’nin oğlu ve Kerbelâ şehîdlerinin başkomutanı olduğunu kaydeder:
Şâh-ı merdân-ı şehâdet ol şehîd-i Kerbelâ
Hazret-i Seyyid Hüseyin bast-ı Fahr-i Enbiyâ
***
Şâh-ı mazlûmân u ferzend-i Aliyü’l-Murtazâ
Ol Hüseyin şâh serdâr-ı şehîd-i Kerbelâ
Bu asırda Halvetî-Sivâsî şeyh ve şâirlerinden, aynı zamanda Şemseddîn Sivâsî Hazretleri’nin torunu olan Ahmed Sûzî Efendi (v. 1246/1830), Dîvân’ında yer alan bir şiirinde, Kerbelâ şehîdlerinin şâhı olan Hz. Hüseyin’e âh u vâh edilmesini, onları sevmeyenlerin münkir ve münafıklardan olduğunu beyan etmekte, dolayısıyla bu tip kimselere nefret duyulması gerektiğini öğütlemektedir:
Buları sevmeyen münkir münâfıklardan et nefret
Âh Hasan âh vâh Hüseyin âh şâh-ı şehîd-i Kerbelâ
XIX. asrın meşhûr Kâdirî şeyhi, şâir, Hacı Hasan Şirvânî’nin halîfelerinden Müştâk Baba (v. 1247/1831)’ya göre şehîdler sultânının şehîd edildiği 10 Muharrem öyle bir kara gündür ki onu sevenler bugünde feryat ve figâna boğulur:
Bugün ol bir siyeh gündür ki ey cân
Şehîd oldu o sultân-ı şehîdân
Bu gün ehl-i mahabbet eyler efğân
Muharrem’dir meded ey dil Muharrem
Hem Celvetî hem de Nakşî olan klasik şâirlerden Ayıntablı Aynî (v. 1837), Hz. Hüseyin’in mübarek na’şı 10 Muharrem’de perişan bir vaziyette, ayaklar altına alınmış olsa da yarın kıyâmet gününde şehîdlerin önderi o olacaktır:
Pây-mâl oldunsa imrûz ölisin
Her şehîdün serveri ferdâ Hüseyn
Hamzavî-Melâmî olduğu kaydedilen Kethüdâzâde Muhammed Ârif Efendi (v. 1265/1849), mersiyesinin bir beytinde, kıyâmet gününde herkes Hz. Ali’nin elinden Kevser suyunu içerken, Hz. Hüseyin’in susuz kalıp Kerbelâ’da şehîd olduğunu söyler:
Ehl-i mahşer dest-i Hayder’den içerken Kevser’i
Sen susuzlukla şehîd-i Kerbelâ’sın yâ Hüseyn
Yine bu asırda Halvetî-Şa‘bânî tarîkatından, Dîvân’ı da bulunan Hacı Muhammed Aydî Baba (v. 1282/1865) bir mersiyesinde, âşıkların kalbine Hz. Hüseyin’in nûru cilâ vermişken onun bir kısım kötü yol sahiplerinin elinde kaldığını, böylece şehîdlerin cümlesinin önderi olup en yüce şana ulaştığını kaydeder:
Geldi aşûr-ı Muharrem âşıka eyler salâ
Kim olur bu dem Hüseyn içün figâna mübtelâ
Mücib-i Cennet’dir el-hak sâbıra kerb-i belâ
Kalb-i uşşâka Hüseyn’in nûrı vermişken cilâ
Bir bölük kem-râh elinde kaldı şâh-ı Kerbelâ
Server-i cümle şehîdân oldu ol şân-ı a‘lâ
Kâdiriyye’nin Şemsiyye kolunun müessisi ve aynı zamanda şâir olan Üsküdarlı Seyyid Osman Nûreddîn Şems Efendi (v. 1300/1883), Mersiye-i Cenâb-ı Seyyidü’ş-Şühedâ adıyla Üsküdar Çarşamba Dergâhı Son Postnişîni Şeyh Hayrullah Tâceddîn er-Rifâî (Yalım) tarafından tab ve neşredilmiş olan uzun muhammes tarzındaki mersiyesinde, ayrılığın, gözünün yaşıyla ayın etrafında ışık halkası şeklinde gözüktüğünü, utancından güneşin yüzünün kıpkırmızı kesildiğini, hasretin, gözyaşı gibi parlak ve hareketli çarka döndüğünü, şehîdlerin şâhının mâtemiyle gecenin siyah şala büründüğünü ve yas gecesinde sînede renkli kaftan görülmesinin uygun düşmediğini belirtir:
Sirişk-i dîde-i firkatle oldu mâh der-hâle
Büründü hacletinden vech-i neyyir mu‘ciz-i âle
Misâl-ı eşk-i çeşm-i hasret oldu çarh-i cevvâle
Girüb şâh-ı şehîdân mâtemile şeb siyeh şâle
Dedi mâtem şebinde sînede rengîn kabâ olmaz
Osman Şems Efendi, mersiyesinin devamında ise Hz. Hüseyin’e şöyle seslenir: Ey iki cihânda buyruk sahibi Kerbelâ şehîdinin şâhı! Sen öyle bir sultânsın ki sana hem dünya hem de âhiret verilmiştir. Şefkatinin tatlı suyu, yeşil zebercedden olan Me’vâ Cenneti’nin gül bahçesidir. Lûtfunun nimetleri Cehennem ve onun beşinci tabakası olan Gayya kuyusunun ocağıdır. Bundan dolayı yerde ve gökte sana kim köle olmaz ki!
Eyâ şâh-ı şehîd-i Kerbelâvî dü cihân-fermâ
O şehsin ki müsellemdir sana dünyâ vü hem ‘ukbâ
Zülâl-ı şefkatın gül bahçesidir Cennetü’l-me’vâ
Na‘îm-i lûtfetin tennûrı oldu dûzah u gayyâ
Zemîn u âsumân içre sana kimler gedâ olmaz
Nakşbendiyye şeyhlerinden Karabağlı Hamza Nigârî (v. 1885)’ye göre, Hak yolunun çılgın âşıkları Kerbelâ şehîdi gibidir. Ciğer yakan okla şehîd olanlar da yine Kerbelâ şehîdinin şâhına benzer ki âşıklara ondan miras kalmıştır. Ancak hikâye naklediciler Kerbelâ şehîdinin başından geçen o yürek burkan hâdiseyi anlatmamalıdır. Zira o hâdiseden dolayı zaten âşıklar gözleri nemli ve sîneleri yaralıdır:
Âferîn ol âşık-ı şeydâya kim virmiş revân
Râh-ı Hak’da kılmış ol kâr-ı şehîd-i Kerbelâ
***
Şehîd-i nâvek-i dil-dûz olursam n'ola zîrâ kim
Bana bu irs ol şâh-ı şehîd-i Kerbelâ’dandır
***
Şehîd-i Kerbelâ’nın ser-güzeştin kılma ey râvî
Ki biz ol mâcerâdan dîde-nemnâkiz sîne-çâkız
Muharrem ayında tekkelerde mersiyeleri okunan Bektâşî şeyh ve şâirlerinden Hacı Muhammed Mebnî Baba (v. 1891), bir nutkunda Hz. Hüseyin’in, Hakk’ın sevgilisi, Hak dostlarının şâhı, Hz. Peygamber’in göz nûru, aydınlığı ve sırrının vârisi, Hz. Ali’nin pâk evlâdı, Hz. Fâtıma’nın ciğerpâresi olmanın yanında Kerbelâ şehîdlerinin şâhı olduğunu belirtirken, diğerinde bütün her şeyinin, canının bile Hz. Hüseyin olup, bu âlemde ondan başka bir varlığı bulunmadığını ve canının o şehîdler şâhına kurban olduğunu ifade etmektedir:
Kurretü’l-ayn-i Habîb-i Kibriyâsın yâ Hüseyn
Pâk ferzend-i Aliyyü’l-Murtazâsın yâ Hüseyn
Hem ciğerler pâresi Hayrü-nisâsın yâ Hüseyn
Hazret-i şâh-ı şehîd-i Kerbelâsın yâ Hüseyn
Âh Hüseynim vâh Hüseynim şâh Hüseyn-i Kerbelâ
...
Nûr-ı çeşm-i Mustafâ mahbûb-ı Sübhândır Hüseyn
Vâris-i sırr-ı Nebî hem şâh-ı merdândır Hüseyn
Hâdî-i râh-ı Hudâ’dır genc-i nihândır Hüseyn
Mazlûmân-ı şâh-ı sâlâr-ı şehîdândır Hüseyn
Âh Hüseynim vâh Hüseynim şâh Hüseyn-i Kerbelâ
***
Hep vârım anın cân dahi âlemde neyim var
Cânım fedâ ol şâh-ı şehîdân-ı Hüseyn’e
1312/1894 yılında vefat ettiği kaydedilen, Bektâşî tarîkatından, hem ‘Kemter’ hem de ‘Râşid’ mahlasını kullanmış olan Râşid Ali Efendi, ‘Şâh-ı Şehîdân’ adlı mersiyesinde bir yandan ümitsiz olmadığını ve Hakk’ın lûtuf kapısından ihsan istediğini, dertli bir kimse olarak derdine derman talep ettiğini, O’ndan merhamet ve ihsan arzusunda olduğunu söylerken, öte yandan Kerbelâ şehîdlerinin sultânı Hz. Hüseyin’in kanı için kan istemektedir:
Nâ-ümîd olmam der-i lûtfundan ihsân isterim
Derdliyem nâ-çâr kaldum derde dermân isterim
Merhamet ihsân senün kemter de her ân isterim
Kerbelâ şâh-ı şehîdân kanı çün kan isterim
Son devirde yetişmiş, Merdivenköy Şahkulu Sultân Dergâhı postnişînlerinden Muhammed Ali Hilmi Dedebaba (v. 1908), bir mersiyesinde, Hz. Hüseyin’in Hz. Peygamber’in torunu, Hz. Ali’nin gözünün nûru, sürûru olduğunu belirterek onun zulm ile şehîd edildiğini, bu yüzden ağlamak gerektiğini söylerken, diğerinde şehîdlerin şâhının aşkına, başlarını âdeta topa çevirdiklerini, bu sebeple Kerbelâ için canlarını fedaya hazır Hüseynîlerden olduklarını ve diğer birisinde ise onun Kerbelâ şehîdinin şâhı, Hz. Peygamber’in kızı Fâtıma’nın gözü, enbiyânın kandilinin ışığı ve Hz. Ali el-Murtezâ’nın noktası olduğunu beyan eder:
Hazret-i sıbt-ı Nebî kurretü’l-ayneyn-i Ali
Zulm ile oldu şehîd şâh-ı şehîdân ağla
***
Başımız top eyledik şâh-ı şehîdin aşkına
Cân fedâ-yı Kerbelâ’yız biz Hüseynîlerdeniz
***
Şâh-ı şehîd-i Kerbelâ
Çeşm-i Betûl-i Mustafâ
Nûr-ı çerâğ-ı enbiyâ
Nokta-i Mürtezâ Hüseyn
Bu son dönemde yetişmiş bir başka Bektâşî şâir Edib Harâbî (v. 1916) ise, Kerbelâ şehîdinin şâhını şöyle anlatır: Onun yolu zulüm ile kapatıldı. Şehîd edildiğinde âh u feryatları göklerde yükseldi, mübarek vücûdu kanlara boyandı. Şimdi ey sabâ rüzgârı o Kerbelâ çölünü bir dolaş da bizlere o Ali’nin oğlu Hüseyin’den bir haber getir.
Zulm ile seddoldu mu râh-ı şehîd-i Kerbelâ
Çıktı mı eflâke dek âh-ı şehîd-i Kerbelâ
Bak zevâle erdi mi mâh-ı şehîd-i Kerbelâ
Hûn ile âlûde mi şâh-ı şehîd-i Kerbelâ
Ey sabâ var Kerbelâ deştinden eyle bir güzer
Ver bize lûtfet Hüseyn ibn-i Ali’den haber
Samimi bir tasavvuf şairi olarak nitelendirilen Urfalı Muhammed Şevket (v. 1919), bir beytinde, Hz. Hüseyin’e İmran oğlu Mûsâ’nın ve Meryem oğlu Îsâ’nın dahi ağladığını, dolayısıyla bugün şehîdlerin şâhının mâtemine bütün cihanın gözyaşı döktüğünü kaydeder:
Kan döküp Müsa ibn-i İmrân ibn-i Meryem ağladı
Mâtem-i şâh-ı şehîdâna cihân ağlar bugün
XX. asırda yaşayan sûfîler arasında önemli bir yeri olduğu belirtilen Fatih Altay Tekkesi’nin son postnişîni Ken’ân Rifâî (v. 1950), İlâhiyyât’ında yer alan bir mersiyesinde, Hz. Hüseyin’in, Hz. Hasan gibi Hz. Peygamber’in gözünün nûru ve Kerbelâ şehîdlerinin şâhı olduğunu söyler:
Kurre-i ayn-ı Muhammed Şâh Hasan ibn-i Ali
Hem Hüseyn’i Müctebâ şâh-ı şehîd-i Kerbelâ
Yukarıda adı geçen Üsküdar Çarşamba Rifâî Tekkesi son şeyhi Hayrullah Tâceddîn Efendi (v. 1954)’nin de Hz. Hüseyin ve Kerbelâ ile ilgili mersiyeleri olduğunu biliyoruz. O, bir beytinde, Kerbelâ şehîdinin şâhının vak‘asını işitenlerin, âh u feryat ederek yandığını ve gönül ehlinin bugünde ağlayıp inlediğini ifade eder:
Vak‘a-yı Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ’yı gûş edip
Ah idüb yandı gönül ehli dilân ağlar bugün
Yakın dönemde vefat etmiş Üsküdar Bandırmalı Tekkesi son postnişîni Celvetî-Bektâşî şeyhi Yûsuf Fâhir Ataer Baba (v. 1967)’nın başta Mersiye-i Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ adlı mersiyesi olmak üzere birçok mersiyesinin olduğu malumdur. Nitekim o mersiyelerinin birinde, Kûfelilerin Hz. Hüseyin’e bîat teklifinde bulunarak şehîdlerin şâhına düşmanlık kılıcını attıklarını belirtirken, diğerinde atılan yetmiş üç okun yanında susuzluğun onun canını çok acıttığını, bundan dolayı da Kerbelâ’nın şâhının şehitlik şerbetini içtiğini söyler:
Kûfiyân teklîf-i bî‘atla anı aldadılar
Hazret-i şâh-ı şehîde tîğ-ı udvân atdılar
***
Yetmiş üç ok hem susuzluk yaktı gâyet canını
İçti şâh-ı Kerbelâ andan şehâdet câmını
Yine yakın dönemde yetişmiş olan ve Uşşâkî tarîkatına mensup şâirlerden, şiirlerinde ‘Hâdî’ mahlasını kullanan ve Mustafa Hilmî Sâfî Efendi’nin halîfesi olan Osman Zeki (Yücebilgiç), bir müseddes mersiyesinin sonunda, Hz. Hüseyin’in Hakk’ın sevgilisi Muhammed Mustafa (s.a.s.)’nın torunu olmanın yanında şehîdlerin şâhlarının şâhı olduğunu, himmet buyurup Allah’ın kendisinden razı olması için aracılık etmesini ister:
Habîbullah hafîdi ey şehîdânın şehin-şâhı
Edip himmet de râzı kıl bu abdinden sen Allâh’ı
Sonuç
Çalışmamızda görülmüştür ki Hz. Peygamber’in iki güzel torunundan biri, Hz. Ali ve Hz. Fâtıma’nın gözbebekleri, Hz. Hüseyin’in 10 Muharrem’de acımasızca şehîd edilmesi, tüm İslâm toplumunu derinden etkileyip yaraladığı gibi, bizim toplumumuzu da bir hayli etkilemiş, bu toplumun birer mensubu olarak şâirleri özellikle Türk sûfî-şâirleri oldukça fazla acı ve hüzne boğmuş, onu şehîdlerin şâhı olarak nitelendirdikleri gibi nutuklarının, şiirlerinin vazgeçilmez bir mefhûmu yapmışlardır.
Nitekim Yûnus, onu ‘Şehîdlerin serçeşmesi’ olarak tanıtırken, Hayretî ‘Server-i gürûh-ı şehîdân’, Hayâlî Bey ‘Şehîd-i Kerbelâ’, Virânî ‘Şehîd-i Kerbelâ’, Sâfî ‘Şâh-ı şehîdân’, Seyyid Nizâmoğlu Seyfullah ‘Şehîd-i Kerbelâ’, ‘şâh-ı şehîd-i Kerbelâ’, ve ‘Şâh-ı şehîdân Hüseyn-i Kerbelâ’, Rûhî-i Bağdâdî ‘Şâh-ı şehîdân’, Derviş Fennî-i Sükûtî ‘Şâh-ı şehîdân’, Pîr Cemâleddîn Uşşâkî ‘Şâh-ı şehîd’, İsmail Hakkı Bursevî ‘Ser-çeşme-i hayl-i şehîdân’, ‘Şehîd-i Kerbelâ’, Pîr Hasan Sezâyî ‘Şehîd-i Kerbelâ’, Edirneli Mustafa Sa‘düddîn Behiştî ‘Sultân-ı şehîdân’, Mustafa Hâşim Baba ‘Şehîd-i Kerbelâ’, ‘Şâh-ı Kerbelâ’ ve ‘Şâh-ı şehîdân’, Edirneli Ali Senâî ‘Şehîd-i Kerbelâ’, Ömer Zarîfî ‘Şehîd-i Kerbelâ’, Süleymân Neş’et ‘Şâh-ı şehîdân’, Mustafa Zekâyî ‘Şâh-ı şehîdân’, ‘Şehîd-i Kerbelâ’ ve ‘Zümre-i hayl-i şehîdân’, Haydar ‘Şehîdâna serasker’, Kabûlî Mustafa ‘Şehîd-i Kerbelâ’ ve ‘Serdâr-ı şehîd-i Kerbelâ’, Ahmed Sûzî ‘Şâh-ı şehîd-i Kerbelâ’, Müştâk Baba ‘Sultân-ı şehîdân’, Ayıntablı Aynî ‘Her şehîdün serveri’, Kethüdâzâde Muhammed Ârif ‘Şehîd-i Kerbelâ’, Aydî Baba ‘Server-i cümle şehîdân’, Osman Nûreddîn Şems ‘Şâh-ı şehîdân’, ‘Şâh-ı şehîd-i Kerbelâvî’, Hamza Nigârî ‘Şehîd-i Kerbelâ’ ve ‘Şâh-ı şehîd-i Kerbelâ’, Mebnî Baba ‘Şâh-ı şehîd-i Kerbelâ’, Râşid Ali ‘Şâh-ı şehîdân’, Muhammed Ali Hilmi Dedebaba ‘Şâh-ı şehîdân’, ‘Şâh-ı şehîd’ ve ‘Şâh-ı şehîd-i Kerbelâ’, Edib Harâbî ‘Şehîd-i Kerbelâ’, ‘Şâh-ı şehîd-i Kerbelâ’, Urfalı Muhammed Şevket ‘Şâh-ı şehîdân’, Ken’ân Rifâî ‘Şâh-ı şehîd-i Kerbelâ’, Yûsuf Fâhir Ataer Baba ‘Şâh-ı şehîdân’ ve ‘Şâh-ı Kerbelâ’, Osman Zeki (Yücebilgiç) ‘Şehîdânın şehin-şâhı’ diye tanıtmışlardır.
Burada şu hususu hatırlatmakta fayda var ki; Hz. Hüseyin’in ‘Şehîdlerin şâhı’ oluşuyla ilgi Türk tasavvuf edebiyatında yer alan beyit ve şiirler yalnızca bu otuz dört sûfî şâirinkilerden ibâret değildir. Tahmin edilenin çok daha üzerinde olup, müstakil bir eser çalışması olacak kadar geniştir.
Hülâsa, bütün sûfî-şâirler hiçbir ayrım gözetmeksizin bütün şehîdlerin şâhı olarak Hz. Hüseyin’i göstermişlerdir.
KAYNAKÇA
Ak, Coşkun, ‘Rûhî-i Bağdâdî’, DİA, c. XXXV, s. 205-206.
Azlal, Eyyup, ‘İstanbul’a Varamamış Taşralı Bir Şair Daha’, Milat Gazetesi, 12 Eylül 2013.
Bilgin, Azmi, Nigârî Dîvânı, K.T.B. Yay., Ankara 2011, (e-yayım).
Ceylan, Metin, ‘Ahmet Sûzî ve Dîvânı’, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl: 2001, Sayı: 2, s. 237-251.
Çağlayan, Bünyamin, Kerbelâ Mersiyeleri, Basılmamış Doktora Tezi, GÜSBE, Ankara 1997.
Esrar Dede, Tezkire-i Şu’arâ-yı Mevleviyye, haz. İlhan Genç, AKMB Yay., Ankara 2000, s. 428-429.
Gündoğdu, M. Kemal, Müştâk Baba Dîvânı, M.E.B. Yay., İstanbul 1997.
Karahan, Abdülakdir, Urfalı Mehmet Şevket ve Şiirleri, Ankara 1991, s. 169.
Karakuş, Gülbeyaz, Mehmed Hilmi Dedebaba Dîvânı, Revak Kitabevi Yay., İstanbul 2012, s. 143, 256.
Kemikli, Bilal, ‘Şehit, Aşk Şehîdi ve Şâh-ı Şehit’, Somuncu Baba Dergisi, Mart 2008, s. 13-15.
Şimşek, Selami, ‘Anadolu İle Balkanlar Arasında Geçit Bölgesi Tekirdağ’da Tasavvuf ve Tarîkatlar’, Süleyman Uludağ Kitabı, haz. Mustafa Kara, Dergâh Yay., İstanbul 2008, s. 391-392.
‘Bandırmalı Şeyh Yûsuf Nizâmeddîn Efendi (ö. 1165/1752) ve Mersiye-i Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ’sı’, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Yıl: 2006, Sayı: 30, s. 65-81.
‘Son Dönemde Üsküdar’da Yetişmiş Bir Sûfî Şâir: Yûsuf Nizâmeddîn Fâhir (Ataer) Baba, Hayatı, Eserleri ve Mersiyleri’, Üsküdar Sempozyumu-V, Üsküdar Belediyesi Yay., İstanbul 2008, c. II, s. 339-359.
Edirneli Şeyh Kabûlî Mustafa er-Rifâî (Metinler), Edirne Valiliği Yay., İstanbul 2013, c. II, s. 122, 126.
Osmanlı’nın İkinci Başkenti Edirne’de Tasavvuf Kültürü, Buhara Yay., İstanbul 2012, 2. Bsk., s. 487.
Şeyh Hayrullah Tâceddîn er-Rifâî Küliiyâtı, Revak Kitabevi Yay., İstanbul 2012, s. 56.
Edirneli Ali Senâî, Hayatı, Eserleri, Tasavvufî Görüşleri ve Dîvân’ı ), Edirne Valiliği Yay., İstanbul 2013.
Tatcı, Mustafa, Hayretî’nin Dinî-Tasavvufî Dünyası, Horasan Yay., İstanbul 2006.
Turan, Selami-Çetin, Kamile, ‘Bektaşî Şairlerinden Râşid’in Şâh-ı Şehîdân Mersiyesi’, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, Yıl: 2010, Sayı: 55, s. 341-349.
Yalıçınkaya, Mehmet Akif, Bandırmalı Hâşim Baba’nın Dîvân’ı, (Metin- İnceleme), Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, UÜSBE, Bursa 2008.
Yılmaz, Mehmet Yalçın, Türk Din Musikisinde Mersiyeler ve Mersiyehanlar, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, MÜSBE, İstanbul 2006.
Yücebilgiç, Osman Zeki, Hadi Divanı, Derleyen: Avukat Avni Onat, Toker Matbaası, İstanbul 1964, s. 45.
Kaynak: Keşkül Dergisi, TÜRK TASAVVUF EDEBİYATINDA ‘ŞÂH-I ŞEHÎDÂN’ TÂBİRLİ BEYİTLERE GENEL BİR BAKIŞ - SELAMİ ŞİMŞEK