İstanbul tekkelerinde Muharrem ve Safer ayında aşûre kaynatılması geleneği vardır. Safer ayı aşûresi, Kerbela’dan kurtulan Zeynel Âbidîn Hazretleri’nin Kûfe’ye ulaşmasına izafeten pişirilir. İsmâil Rûmî Kâdirî Âsitânesi’nde hâlen bu gelenek sürdürülmektedir. Muharrem ayı aşûresinin ilk kaynadığı ve dağıtıldığı mekân ise Sünbül Efendi Âsitânesi’dir.
Bu Âsitâne, İstanbul’da merkez tekke olması hasebiyle önemli bir mevki’e sahiptir. İstanbul’un Kerbela’sı olarak nitelendirilen Âsitâne’nin avlusunda Çifte Sultânlar olarak tanınan Hz.Hüseyin Efendimiz’in kızları Sâkine Hâtun ve Fâtıma Hâtun’un kabr-i şerîfleri bulunmaktadır.
Muharrem’de tekkeler ayrı bir hüzne bürünür. Hz. Hüseyin Efendimiz’in Kerbela’da şehîd olmasını hatırlatan bu matem ayında dervişler saçlarını dahi taramazlar, tıraş olmazlar, sofralarına su bardağı koymazlar, sesli gülmezler, az su içerler, bu ayı oruçlu geçirmeye gayret ederler. Cemiyetlerde bendir, Halîle vurulmaz; neş’eli şarkılar, türküler, ilâhîler söylenmez; düğün, eğlence yapılmaz. Bazı tekkelerde Fuzûlî’nin Hadîkatü’s-Süedâ’sı okunur. Mürşidân Hz. Hüseyin’in kanını temsil eden kırmızı Haydariyye giyerler. Muharrem ayında ilk aşûre Sünbül Efendi Âsitânesi’nde pişer ve buradan bütün İstanbul tekkelerine dağıtılırdı. Bugün de sürdürülen bu gelenek halen büyük bir edeb ve itinâyla yapılmaya devam etmektedir.
Aşûrenin pişirilmesi niyetle başlar, Allah için niyet edilir ve ocaklar şeyhin Besmele ve Fâtiha’sı ile uyandırılır. Kazanların başında hiç mâlâyâni (boş söz) konuşulmaz. Dervişân gözleri, vücûd dili ve halleriyle lâzım olanları birbirine aktarır. Aşûre pişirme esnâ’ında dervişân dâima üzerine himmet sahiplerinin nazar ettiğini unutmayarak hareket eder. Medîne’den gelmiş az miktardaki buğday varsa teberrüken aşa katılır. Buğdaylar atıldıktan sonra, su kaynarken belli miktar zemzem veya türbe suyu konur. Dervişler kazanın başına karşılıklı geçerek ‘miklab’ adı verilen uzun saplı, yayvan ağızlı kepçelerle aşûreyi karıştırırlar. İsm-i Celâl yazacak şekilde veya çifte vav çizerek karıştırmaya özen gösterirler. Miklabları birbirlerine görüşerek (bûs ederek) verir ve alırlar. Hâfızlar ehl-i beyt ve şifa ile alâkalı, mü’min sevgisi ve Rasûl-i Ekrem Efendimiz’le alâkalı aşırlar okur, dervişân sükûnetle dinler. Fasulyeler atıldıktan sonra Fâtiha ve salât u selâmla ilâhî, duâ ve mersiyeler okunmaya başlanır. Şeker atılmadan hemen evvel tevhîd sürülmeye başlanır. İsm-i Celâl ve ism-i Hû sürüldükten sonra aşır okunur, peşine duâ ve Gülbank okunur.
Aşûre, birliği remzeder. Aşın içinde nohutu, fasulyeyi, şekeri bir arada göremeyiz ama hepsi bir potada pişer, ayrı bir tada dönüşür. Dervişler de farklı özelliklere sahip olmanın yanında bir şeyhin terbiyesinde pişerek tevhîd olur, şeyhin sırrıyla farklı bir lezzete sahip olurlar.
Aşûrenin üzeri ‘moloz’ tâbir edilen kuru yemişlerle süslenir ve şeyh efendilerden başlanarak ihvana ve yakın komşulardan başlanarak ahâliye dağıtılır. Böylece Kerbela şehîdlerinin azîz hâtırası canlı tutulur ve tekkede pişen şifalı aşûreden halka dağıtılarak şifayâb olmalarına duâ edilir.
Kaynak: Keşkül Dergisi, Dervişlerin Sofra Adabı ve Tekke Yemek Kültürü yazısından alıntıdır.