Osmanlı’nın kuruluşunda etkin bir rolü bulunan ahîlik, medeniyetimizin temel dinamiklerinden biri olmakla birlikte sadece bir esnaf teşkilatından ibaret değildir. Araplardaki yiğitlik, misafirperverlik ve cömertlik gibi şahsî özellikler, tasavvufî hayat içerisinde fütüvvet teşkilatını oluşturmuştur. Bu teşkilat Anadolu’da Türklere has bir şekil alarak ahî teşkilatına dönüşmüş ve asırlar boyu Türk halkını derinden etkilemiş ve yönlendirmiştir.
Ahîliğin Anadolu’da teşekkülünü sağlayan zât, asıl adı Nâsırüddîn Mahmud el-Hoyî olan Ahî Evrân Velî (d. 1171- i. 1261)’dir. Debbağların pîri olduğu söylenen Ahî Evran Velî, Azerbaycan’ın Hoy kasabasında doğmuş, Türkmen bir ailenin evlâdıdır. Tahsil hayatının ilk zamanlarını Azerbaycan’da geçiren Ahî Evrân (k.s.) sonrasında Mâverâünnehir’e geçerek bu bölgenin büyük âlimlerinden dersler almıştır. Fahreddîn er-Râzî bunlardan biridir ve en çok etkilendiği zâttır ve bu minvalde hocasının da etkisinde kaldığı İbn-i Sinâ ve Fârâbî onun hayatında mühim bir yere sahiptir. İlk tasavvufî terbiyesini ise Horasan ve Mâverâünnehir’de Yesevî dervişlerinden almıştır. 1200’lerin başında Bağdat’a giden Ahî Evrân, burada fütüvvet teşkilatının önderlerinden Şihâbüddîn Sühreverdî (k.s.) gibi zâtlarla da mülâki olmuştur. Sonrasında Hacca gitmek üzere yola çıkmış, bu seyahati esnaında Evhadüddîn Kirmânî Hazretleri ile tanışmış ve ona bîat etmiştir. Ahî Evrân (k.s.), mürşidi Evhadüddîn Kirmânî (k.s.)’nin kerîmesi Fatma Hâtun ile evlenerek onun damadı da olmuştur.
Çok geçmeden Anadolu’ya gelecekler, Ahî Evran Velî Ahiyân-ı Rûm’un, hanımı Fatma Hâtun da Bâciyân-ı Rûm’un kurucusu sıfatıyla tarihe geçecektir. Anadolu’ya geliş hikâyeleri ise şöyledir:
Ahî Evrân Velî, mürşidi ve kâimpederi Evhadüddîn Kirmânî Hazretleri ile birlikte Abbâsî Halîfesi Nâsır Lidinillah’ın fütüvvet teşkilatına girerler. I. Gıyâsuddîn Keyhüsrev Anadolu Selçuklu Devleti’nin başına ikinci defa geçince, bunu bildirmek için Abbâsî Halîfesi Nâsır Lidinillah’a hocası Mecduddîn İshak’ı elçi olarak gönderir. Mecduddîn İshak Bağdat’ta bulunduğu o süre zarfında pekçok âlimi ve yine meşâyih-i kirâmdan birçok zevâtı Anadolu’ya davet eder. Evhadüddîn Kirmânî Hazretleri de bu zâtlardan biridir. Bu davet üzerine Nâsır Lidinillah Ahî Evrân Velî’yi de mürşidi ile birlikte Anadolu’ya gönderir.
Milâdî 1205 yılında Anadolu’ya geldiği rivayet edilen Ahî Evrân Velî ve mürşidi Evhadüddîn Kirmânî, Kayseri’ye yerleşip burada bir dükkân açarak debbağlık yapmaya başlarlar. Bu esnada da Anadolu’yu köy köy, kasaba kasaba dolaşarak halkın ahvâlinden haberdâr olurlar. Gittikleri yerlerde tekke, zâviye açılması için oraların beylerini ikna ederler.
Ahî Evrân Velî, devlet desteğini alarak Kayseri’de bir sanayi sitesi kurmuş hem debbağların hem de otuz iki san’atkâr zümrenin pîri olmuştur. Debbağlar Çarşısı’nın orta yerinde bulunan hânkâhında, kurduğu bu teşkilata mensub olan kişilerin terbiyeleri ile ilgilenmiştir. I. Alaaddîn Keykubat tarafından çok sevilmiş, onun tam desteğini almasıyla birlikte ahîlik tüm Anadolu’ya yayılmıştır.
Sultan’ın isteği ile bir süre Konya’da yaşamış, I. Alaeddîn Keykubat’ın zehirlenerek katledilmesinden sonra II. Gıyaseddîn Keyhüsrev’e karşı olan bir teşkilata üye olmak suçuyla tutuklanmış, beş yıl sonra İzzeddîn Keykavus tarafından diğer ahîlerle birlikte serbest bırakılmıştır. Sonrasında Denizli’ye gittiği ve burada bahçevanlık yaptığı rivayet edilmiştir. Sonra tekrar Konya’ya dönmüş, oradan da Kırşehir’e giderek orada yerleşmiş, burada da bir yandan debbağlık yapmış, bir yandan da tesis ettiği dergâhında insanları irşad etmiştir.
Zaten onun düşüncesinde bir mürşid olmadan insanın hiçbir şekilde irşad edilemeyeceği düsturu vardır ve bir san’atın erbâbı olmak için de buna benzer bir eğitimden geçilmelidir. Zaten ahîler, usta çırak ilişkisi içinde bir san’atı öğretirken yetiştirdikleri kişileri de tekkelerinde irşad etmişlerdir.
Ahîlerin inanç temelleri, teşkilatın yapısı ve kurallarına dâir bilgileri fütüvvetnâmelerden öğreniyoruz. Fütüvvetnâmelere göre fütüvvet Fahr-i Kâinât Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’den Hazret-i Ali kerremallahu vechehu Efendimiz’e geçmiştir. Resûlullah (s.a.s.), “La fetâ illâ Ali!-Ali gibi fetâ yoktur.” buyurmuştur. Hazret-i Ali Efendimiz de ‘fetâ’nın ne olduğunu sormuş, bunun üzerine Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, “O bir şereftir ki yiğitlik ve cömertlik erbâbı onunla yücelir.” buyurmuştur.
Ahîlerin gayr-i sünnî olduğunu söyleyenlerin aksine fütüvvetnâmelerde Hazret-i Ali Efendimiz dışındaki diğer üç halîfe (Hazret-i Ebû Bekir, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman) hatta özel ve gizli mahfillerinde Hazret-i Ebû Bekir makamı yer almıştır. Buradan da anlaşılmaktadır ki ahîler sünnî çizgiden hiçbir zaman ayrılmamışlardır. Prof. Dr. Süleyman Uludağ da şed bağlamak vs. gibi şeklî unsurlara bakılarak sünnî olmadıkları söylenemez, demektedir. XIV. yy’da Anadolu’ya gelerek ahî tekkelerini gezen Seyyah İbn Batuta da Anadolu halkının genellikle İmam Ebû Hanîfe mezhebine bağlı olduğunu yazmış, ayrıca Anadolu’da Râfızî, Kaderî, Mu’tezilî ve bid’at ehlinin bulunmamasını Allahu Teâlâ’nın bu yöreye verdiği bir imtiyaz olarak değerlendirmiştir.
Ahî teşkilatı tam da Anadolu’nun kaos ortamında neşv ü nemâ bulmuş, birbirleriyle çatışan farklı unsurları, grupları uzlaştırmada, göçebe yaşayan Türkmenlerin yerleşik hayata geçmelerinde, Bizans’a karşı Müslüman Türk esnaf ve san’atkârın korunmasında, toplumdaki huzur ortamının sağlanmasında, kısacası halkın dünya ve âhiret huzuru için ahîler hep hizmet anlayışıyla hareket etmişlerdir.
Kurdukları sandıkta topladıkları paralardan ihtiyarlık ya da başka bir sebeple çalışamayacak duruma gelenlere, dul kalan kadınlara, yetimlere maaş bağlamışlar, yardım etmişlerdir. Gençleri de yeteneklerine uygun mesleklere yerleştirmişler, onlara iş kolları kurmuşlardır. Şu iki örnek bu teşkilatın toplumda icrâ ettiği fonksiyonu göstermesi açısından önemlidir:
Diyelim ki bir kadın pâbuç aldı çocuğuna ve o pâbucun iki günde önü açıldı. Kadın şeyhe gidip şikayette bulunabilir, derdine derman bulabilirdi. Şeyh efendi o pâbucu yapan ustayı çağırır, niçin bu şekilde olduğunu sorgular ve ustayı îkaz ederdi. Mağdur olana yenisi verilir fakat böyle bir hâdise üç defa tekrarlanırsa şeyh efendi gelir, o pâbucu dama atardı. ‘Pâbucu dama atılmak’ deyimi de böyle ortaya çıkmıştır. Böylece o usta bir daha o san’atı icrâ edemez, dışlanırdı.
Bir esnaf bir diğerinden borç aldı ve bir şekilde ödemedi. Hâdise mahkemeye değil önce esnaf şeyhine intikal ederdi. Eğer borcunu kasıtlı ödemediyse cezalandırılır, cebren ödetilirdi. Yok eğer imkânsızlık sebebiyle ödemediyse şeyh efendi alacaklı esnafa şöyle sorardı: “Borcunu tahsil edememek senin bütçeni sarsar mı? Bundan yıkılır mısın?” “Hayır, bozmaz.” cevabını alırsa “Sıkma bu kardeşini o zaman, olduğu zaman gelir sana öder.” der ve güzellikle arayı bulurdu.
Yerleştikleri bölgeleri İslâmlaştıran ahîler, mensublarına da İslâm ahlâkını kazandırmak için çabalamışlardır. Zira teşkilata giren herkes din bilgilerini öğrenmek zorundaydı. Ahînin fetaya din bilgilerini öğretme zorunluluğu vardı. Dâima Allah’a yönelmek, başkalarını hor görmemek, kimsenin kusurunu araştırmamak hatta kusurları, ayıpları örtücü olmak, her gün nefsini sigaya çekmek, dininden taviz vermekte cimri, malından vermekte cömert olmak, şerîata ve tarîkata aykırı iş yapmamak, büyük sözü dinlemek, sözüne sâdık olmak gibi ahîlik düsturları fütüvvetnâmelerde kaydedilmiştir.
Devlete gerektiğinde askerî güç de sağlayan ahîler Osmanlı’da da sosyal nizamın sağlayıcısı olmuşlar, güçlü bir teşkilat yapıları olmasına rağmen beylik ya da devlet kurmaya kalkışmamışlar, hükümet otoritesinin zayıfladığı dönemlerde bile bu nüfuzlarını devlet yönetimini ele geçirmek gayesiyle kullanmamışlardır.
Ahî Evrân Külliyesi Projesi Niçin Tasarlandı?
I.Murâd Hüdâvendigâr, ki kendisi de bir ahîdir, Ankara ve çevresindeki ahîlerin bu bölgeyi onun zamanında Osmanlı’ya ilhak ettikleri bilinmektedir. Kırşehir de aynı tarihte Osmanlı idaresine girmiştir.
Ahî Evrân Külliyesi, Kırşehir il merkezinde kendi adıyla anılan Ahî Evrân mahallesinde yer almaktadır. Burası Osmanlı İmparatorluğu zamanında Türk debbağlarının ve zanaat erbâbının mânevî merkezi olmuştur.
Külliye, Ahî Evrân’ın türbesi ile zâviye (câmi) olarak kullanılan mekânlardan oluşmaktadır. Üç kubbe üzerine kare planlı olup kesme taştan inşa edilmiştir. Ana mekanın sağında mescid, solunda Ahî Evrân’ın kabrinin bulunduğu türbe yer almaktadır, tek minareli yapı 1972 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğünce restore edilerek câmi olarak hizmete girmiştir.
Ahî Evrân Câmii’nin sol tarafında yer alan türbe 1481 yılında Fâtih Sultan Mehmed’in kayınbiraderi Alaüddevle tarafından yaptırılmıştır. Türbeye câmi içinden bir merdivenle çıkılır, üç kubbe ile örtülü kubbe kesme taştan yapılmıştır.
Ahîlik, 1965 yılından bu yana bir gelenek halini alan ve Ahîlik Kültür Haftası ilan edilen, her yılın ekim ayının 2. haftasında, Kırşehir merkez olmak üzere tüm yurtta çeşitli etkinliklerle yâd edilmektedir. Bu etkinliklerin en kapsamlısı Kırşehir merkezinde Ahî Evrân Zâviyesi (Câmii) etrafında yapılmaktadır.
Zamanla mevcûd meydanın güncel ihtiyaçlara cevap veremediği görülmüş, bu doğrultuda meydan çok maksatlı tasarlanmış ve bu etkinlikler haricinde de değişik etkinliklere cevap vermesi düşünülmüştür.
Bu meyanda projeyi tasarlayan Mi’mar Mimarlık Sanat Hizmetleri İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti nezdinde Yüksek Mimar Ahmet Yılmaz ve Mimar İbrahim Hakkı Yiğit tasarladıkları projeyi şu şekilde anlatmaktadırlar:
“Projenin odağını meydan oluşturmakla birlikte, ahîlik teşkilatının kültürel boyutundan yola çıkılarak ahîlik etkinlikleri kapsamında anılan kültürel değerlerin yaşatılması amaçlanmış ve bu maksatla Kırşehir’le anılan düşünür ve mutasavvıfların tanıtılması, geçmişte ahîlik örgütlenmesi, eğitimi, sosyal boyutunun yazılı, görsel ve dijital olarak aktarılması, ahîlik teşkilatının önemli bir yapılanması olan hanımlar teşkilatlanması (Bâcıyân-ı Rûm)nın anlatılması, ahîliğin tarihçesi ile birlikte kaybolan meslek kollarının tanıtılması ve günümüzde yaşayan esnafların yaşatılmasına yönelik altyapının (sübvanse/vakıf) oluşturulması, ahîlik kültürü ve tarihi ile ilgili olarak Ahî Evrân Üniversitesi ile ilişkili araştırma merkezi ve ihtisas kütüphanesinin oluşturulması da planlandı.
Projenin amacı, son 30–40 yılda fiziksel, sosyal ve kültürel değişikliğe uğrayan Kırşehir’in geleneksel çekim merkezinin oluşturulmasının yanı sıra kültürel dinamiklerinin gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlamaktır. Şehirleşme ve göçün yoğunlaşması ile birlikte plansız/yanlış uygulama ve seviyesiz mimari olgunun tahrip ettiği şehir dokusu ve kültür değerlerinin kurtarılması ve tekrar eski özgün vakarına kavuşturulması için gerekli düzenleme ve projelerin hayata geçirilmesi öngörülmektedir.
Çalışma alanının konumu itibarı ile Ahî Evrân Zâviyesi, çukurda yer alması ve yanlış imar hareketleri sonucunda algılanamaz hale gelmiştir. Eskiden Zâviye’yi saran irili ufaklı ahşap evler, eski eseri yüceltirken kendi saygınlığını artırmaktaydı. Bugün bozulmuş olan bu dengenin tekrar ele alınarak değerlendirilmesi hedeflenmiştir.
Çalışmaların nihai hedefe ulaşabilmesi için projelendirme ve uygulamaların etaplar halinde ele alınması ve bölge halkının katılım ve desteğinin alınarak sonuçlandırılması esas olarak kabul edilmiştir.”
Kültür danışmanlığını Prof. Dr. Mikail Bayram (Tarihçi/Yazar), Ahî Baba Mustafa Karagüllü, Kazım Ceylan (Ahî Evrân Üniversitesi Öğretim Üyesi), Prof. Dr. Sadeddîn Ökten, Yüksek Mimar Hilmi Şenalp ve Mimar Mahmut Sami Kirazoğlu’nun yaptığı projede, ahîlik teşkilatı ve astronomi müzesinin yanı sıra ahîlikle ilgili tüm kaynakların toparlanması ile oluşturulacak 50.000 kitaplık ihtisas kütüphanesi, Araştırma odaları ve konferans salonu da bulunacak.
Projenin mimarlarından İbrahim Hakkı Yiğit sonuç olarak şunları söylemektedir:
“Anadolu topraklarında dokuz asır önce neşv ü nemâ bulan ahî teşkilatı ve düşünce sisteminin gelecek nesillere aktarılması ancak yaşatılması ile mümkün olabilir. Donmuş müze anlayışı bu tür kültürel değerleri yaşatamaz. Bundan dolayıdır ki projenin ticarî ayağını besleyen ve kendi kendine yetebilen fonksiyonlarının müzenin çok önemli bir parçası olduğu unutulmamalıdır. Bu tip projelerin hayata geçmesi ve sahiplenilmesi tüm şehir halkının katılımı ile mümkün olabilir.”