Hayâtü’s-Sahâbe. Arapça olarak kaleme alınan ve 1379’da (1959) tamamlandığı anlaşılan eserde (III, 706) hadis, siyer, tarih ve tabakat kitapları gibi kaynaklardan derlenen rivayetlerle Hz. Peygamber ve sahâbenin örnek hayatından kesitler sunulmuş, kıssaları derlenerek bir araya getirilmiş, onların dinî gayretleri ve mücadeleleri anlatılmıştır. Eserde yer yer muhaddislerin görüşlerinden faydalanılarak rivayetlerin sıhhat durumuna da işaret edilmiştir.
Peygamberimiz ve ashabının hayatı ve tarih içinde yaşadığı olaylar, iman kuvveti ve din sevgisi için en güçlü bir kaynaktır. Bu kitap, sahabenin haberlerini, yaşayışlarını, hikayelerini hep birlikte içinde toplayan ender bir kitaptır.
Çünkü bu kitap, hadis, müsned, tarih ve tabakat gibi birçok kitaplardan iktibas edilmiştir. Bu nedenle kitap o asrı tasvir eden, sahabenin hayatını, onların özelliklerini, ahlâklarını ve hatıralarını canlı tutan bir eserdir. Esere gösterilen dikkat, esere mükemmel bir tesir kudreti kazandırdı. Bu nedenle kitabı okuyan insan adeta iman, Allah yolunda davet, kahramanlık, fazilet, ihlas ve zühd okyanusunda yaşamış olur.
Bu kitap, kendilerine İslam daveti geldiğinde O'na iman edip ve kalpleriyle tasdik edenlerin, Allah'a ve Rasulüne çağrıldıklarında, "Ey Rabbimiz, biz, "Rabbinize inanın" iye imana davet eden bir çağırıcı işittik ve iman ettik dedikten sonra ellerini Rasulün eli üzerine koyan Allah'a davet yolunda canları malları ve aşiretlerinden vazgeçip acı ve zorlukları hoş görünen gerçek hayat hikâyeleridir.
***
Bu tarih, kendilerine gelen İslâm davetine iman ve onu kalpleriyle tasdik eden kahramanların tarihidir. Bu kahramanlar, Allah ve Resûlü’ne davet edildiklerinde “Ey Rabbimiz! Biz ‘Rabbinize iman edin!’ diye imana çağıran bir davetçiyi (Hz. Muhammed’i veya Kur’an’ı) işittik ve hemen iman ettik.” (Âl-i İmran: 193) sözlerinden başka şey söylememişler ve her konuda Hz. Peygamber’e destek olmuşlardır. Canları, malları ve aşiretleri onlar için pek fazla bir değer taşımıyordu. Allah’a davet yolunda her türlü meşakkati göğüslemeye hazırdılar. Bu uğurda acıları güzel telakki ediyorlardı. Bu davetin yakîni kalplerine nüfuz etmiş, nefislerine ve akıllarına hakim olmuştur. Gaybe iman edip Allah ve Resûlü’nü sevmelerinden dolayı kendilerinden harikalar sadır olmuştur. Onlar Mü’minlere karşı (kendi aralarında) merhametli, kâfirlere karşı şiddetli idiler. Ahireti dünyaya, gaybı şuhûda (görünür âleme), hidayeti de mal yığmaya tercih ederler; Allah’a davet hususunda çok titizlik gösterirlerdi. Gayeleri, insanları kula kulluktan Allah’a ibadete sevk edip batıl dinlerin zulmünden İslâm’ın adaletine, dünyanın darlığından ahiretin genişliğine çıkarmaktı.
***
Hz. Ömer, Rumlara karşı bir ordu gönderdiğinde içinde Abdullah b. Huzeyfe adında Hz. Peygamber'in güzide bir sahabisi vardı. Rumlar, onu esir aldılar. Onu alıp kendi krallarına götürdüler. "Bu adam, Muhammed'in eshabındandır" dediler. Zalim Kral, "Hristiyan olmak ister misin? Seni Melikliğime ve saltanatıma ortak ederim" dedi. Abdullah, kendisine cevaben "Bir göz açıp kapama müddeti kadar Muhammed'in dininden dönmem karşılığı malik olduğun her şeyi ve üstüne Arapların malik olduğu her şeyi verseniz yine dönmem" dedi. Kral "O zaman seni öldürürüm" dedi. Abdullah cevaben "Evet, buna müktedirsin" dedi. Kral asılması için emir verdi ve (bir ağaca) astılar. Kral, okçulara ayak ve ellere yakın yerlere ok atmasını söyledi. Kral da ona Hristiyanlığı telkin ediyor, Abdullah ise kabul etmiyordu. Akabinde Kral emir veri, asıldığı yerden indirildi. Kral, büyük bir kazan istedi, içine su döküldü, iyice kaynatıldı. Sonra iki müslüman esir istedi, emir verdi ve birisi kaynar suya atıldı. Melik halen Abdullah'a Hristiyanlığı telkin ediyor, Abdullah ise kabul etmiyordu. Sonra Abdullah'ın kaynar su içine atılması için emir verdi. Abdullah (r.a.) tam atılmak üzereyken ağlamaya başladı. Krala ağladığı söylendi. Kral, Hz.Abdullah'ın korktuğunu sandı. Bundan dolayı kendisini geri getirmelerini emretti. Getirilince kral yine Hristiyanlığı telkin etti. Hz. Abdullah da kabul etmedi. Kral, "O zaman seni ağlatan sebep nedir" diye sordu. Hz. Abdullah b. Huzeyfe ise şöyle cevap verdi: Beni ağlatan şey, kendi kendime dedim ki, bu kazana atılacağım ve hemen yok olup gideceğim. İsterdim ki, üzerimdeki kıllar sayısınca canım olsun, hepsi teker teker Allah için bu kazana atılsın. (Ali el-Muttaki,Kenzu'l-ummal, VII,62)
Sahabenin önde gelenlerinden Abdullah b. Ömer, sahabeyi şöyle sena eder: "Doğru bir yol tutmak isteyenler, daha önce geçenlerin yolunu tutsunlar. Onlar, Hazreti Muhammed'in dava arkadaşları sahabilerdir. Onlar, bu ümmetin en hayırlıları, ilim bakımından en engin, gönülleri tertemiz ve tekellüfsüz insanlardır. Onlar öyle üstün bir topluluktur ki, Allah onları, seçkin Nebîsi için hususi olarak tercih etmiş, dinini bu mübarek toplulukla temsil ettirmiştir. Öyle ise, haydi siz de onların ahlâkını ahlâk edinin, onların yolunda yürüyün. Zira onlar, başka değil Hazreti Muhammed'in (aleyhisselâm) ashabıdır. Kabe'nin Rabbine yemin olsun ki onlar dosdoğru bir yolda yürümüşlerdir."
Bir gün Hazreti Ali (radıyallahu anh), selam verip namazını bitirdikten sonra içini şöyle dökmüştü: "Ben Resûlullah'ın ashabını gördüm, tanıdım. Bugün onlara benzeyen hiç kimse görmüyorum. Vallahi onların (çok namaz kılıp secde etmekten) benizleri atar, saçları, başları dağılır, yüzleri gözleri toz içinde kalırdı. Sabahlara kadar ya Kur'ân okur ya namaz kılarlardı. Yanlarında Allah anılınca, rüzgârda ağaçların salındığı gibi salınırlardı. Gözlerinden yağmur gibi yaş boşalırdı, gözyaşlarıyla elbiseleri ıslanırdı. Allah'a yemin olsun ki, bugün insanlar gecelerini gaflet içinde geçiriyorlar."