Güneşin altında söylenmemiş hiçbir şey yoktur. Hâlbuki biz insanlar tuhaf bir beklentiyle yaşarız hayatlarımızı. Sanki biz hiç ölmeyeceğiz ve her gün yeni bir şeyler duyup yepyeni yaşantılara kucak açacağız. Kişisel tarihimizi yapan onlarca ayrıntıyı ne kadar da kolay kaçırıveririz gözden. Sanki onları yaşayan biz değilizdir, hayatımızın farklı evrelerinde farklı insanlar yaşamıştır. Aslolan zamandır. İnsanın bu dünyadaki varoluşunu tanımlarken, trajik unutkanlığı da hesaba katmak gerekiyor.
Unutmak, bizi her şeyin geçici olduğu hissinden koruyor. Sanki biz her an yeryüzüyle yeni tanışıyoruzdur, dolayısıyla hiçbir şeyi arkada bırakmış sayılmayız. Unutmak insanın hayatından bilgece bir ders çıkarılmasının önüne geçer, onun hayatını rastgele biraraya gelmiş yaşantılar yumağından ibaret kılar.
İnsan hayatını ne kadar ‘hızlı’ yaşarsa, kendisini geçmişe bağlayan ilmikleri o kadar kolay söker atar. Hızlı yaşamak modern dünyanın ritmine ayak uydurmak demektir. Çoğumuz işlerimize belirli saatlerde ve çoğunlukla motorlu taşıtları kullanarak gideriz. Gözlerimizin gördüğü dünya bize sürekli değişen görüntüler sunar. Görüntüler âdetâ akar ve bu akış içinde biz dâima bir şeylere geç kaldığımız yahut yetişemeyeceğimiz hissine kapılırız. Modern dünyanın kandırmacası budur işte: Her şeye yetişmek isterken hiçbir şeye yetişememek, her şeye sahip olmak isterken aslında hiçbir şeye sahip olamamak.
Gündelik hayatımızı bir film şeridi gibi geriye sarma ya da hızlandırma şansımız yok. Ama büsbütün de talihsiz değiliz. Hız kesip kulvarın dışına çıkmak ya da hatırlamak her zaman mümkün.
Asrî zamanlar insanı talihsizleştirdi. İnsan belleği hiçbir zaman olmadığı kadar unutuşla sakatlandı. Dirilerin ölülerle birlikte yaşadığı şehirler zaman şuurundan ve gönül coğrafyalarından silindi. Müslüman saati tekledi.
Derken Ramazan geldi. Ölüm denen o eşsiz ülkeye bir gün bizim de basacağımız hakîkati içimizde kımıldadı. Saatler Müslüman saatine ayarlandı. Bellekler tazelendi, bedenlerimizin görüntülerle ayarlı hızı kesildi. Hatırlayışın ruha sevinç ve saadet yayan esintisi inanan insanları bir rahmet rüzgârı halinde sardı. Unutuş, bir aylığına bile olsa penceresini kapattı.
İbadet, hayatı yavaşlatmanın çok özgün bir biçimidir. İnsanlar, ibadete ayırdıkları süreyle zamanın normal akışını durdurur, kendilerine ebedî âlemle râbıta kuracak yepyeni bir zaman boyutu ihdas ederler. Böylece günübirlik zamanın dışına çıkmak sûretiyle de kendi kendileriyle daha fazla konuşmuş, kendi içlerine daha fazla bakmış olurlar. İşte Ramazan; hayatı yavaşlatmanın; insanı maddî meşguliyetlerden arındırarak aslî varoluşuna döndürmenin fırsatlarından biridir. Ramazan ayında insanlar hem açlığı ve yokluğu tecrübe ederek diğer insanlarla empati kurmanın fırsatını bulurlar, hem de Ahmet Haşim'in ifadesiyle ‘Müslüman saati’nin kendine mahsus zarafetini doya doya yaşarlar. ‘Modern zaman’ın hızlı akışına vurulmuş bir sekte, bir mola, bir silkiniş olarak değerlendirebiliriz Ramazan'ı.
Ramazan; hayatı sadece hedonistik bir eksende düşünen, insanın ancak maddî duygularının tatmin edilmesiyle bir yere geleceğini savunan modern medeniyete de bir meydan okuyuş haline gelir.
İnsanlar, rutin yaşayışlarından uzaklaştıkları zaman bir şaşkınlık hali yaşayabilirler. Pek çok insan; Ramazan'ı, getirdiği uhrevî boyutla beraber bir derinleşme, güzelleşme imkânı olarak değerlendirir. Ramazan ayı, eşyadan uzaklaşıp hakîkatin bilgisine ulaşmak; eşyanın ve varlığın künhüne varmak için çok güzel bir imkân sunar bize. Açlık tecrübesi; insanı, dünyanın fânî, bitişli bir yer olduğu duygusuna taşır. İnsan, aç kalmak ve maddî zevklerden uzak durmak sûretiyle hayatın sadece haz üzerinde dönen bir tekerlek olmadığının farkına varır. Hazzın dışında bir hayat da vardır. Biz, Ramazan'da bu mânevî hazzı tecrübe ederiz. Maddî hazlardan mânevî hazlar lehine feragat ederiz. Böylece Ramazan; hayatı sadece hedonistik bir eksende düşünen, insanın ancak maddî duygularının tatmin edilmesiyle bir yere geleceğini savunan modern medeniyete de bir meydan okuyuş haline gelir. Çünkü Ramazan ayında insanlar; bambaşka bir zaman, düşünme ve varoluş boyutuna geçerler. Bu boyuta küresel sistem müdahale edemez. Ramazan, küresel sistemin dışındadır; bu bakımdan ben, Ramazan'ı bir direniş ayı olarak mütâlâa ediyorum.
Kimi insanlar, yemekle ve birtakım tiryakiliklerle olan ünsiyetleri dolayısıyla öfkeli olabilirler. Ama Ramazan'ın aynı zamanda kötü söz, kötü davranış, öfke orucu olduğunu da hatırlamamız gerekir. Ramazan'da biz, kötü olan ne varsa ondan oruç tutuyoruz aslında. Dolayısıyla bu ay, insanın nefsini terbiye etmesi, egoya çitler çevirmesi, egonun arsızlığını, şımarıklığını terbiye etmesi için çok iyi bir fırsattır.
İnsanın insana zâlimliğinden kaynaklanan terbiye sistemleri bir yere varamaz. Bu, insanda öfke, sıkıntı ve aksü’l-âmel uyandırır. İnsanlar, böyle bir şeye tepkisel biçimde karşı çıkma ihtiyacı hisseder. Kimse kendi iradesi dışında bir şekle, kıvama sokulamaz. Bir insanı, yeryüzünde yaşadığı hissine götüren en temel etkenlerden biri, kendisini kendi benliğinin üzerinde yüce bir varoluşa istinâd etmesidir. Bizler, bizimle beraber çürüyüp gitmeyecek, yok olmayacak bir idealin düşünü kurarız. İşte bu ülküyü yakaladığımız zaman -dîn insana bunu kazandırır- en büyük zorluklara bile katlanabiliriz. Batılılar, oruç ibadetini kolay kolay anlayamazlar. Orucu, insanın kendi bedenine eziyeti olarak mütâlâa ederler. Hâlbuki bizim günün sonunda aldığımız o kadar büyük bir mükafat; iftar sofrasında insanların bir araya gelmesiyle yüzyıllardır bu topraklarda akıp giden, bir kültürün bir ay daha coşkuyla yaşanmasıyla bizi mutlu eden o kadar çok şey vardır ki, bedenin eziyeti, bunun yanında hiç kalır.
İbadet, hayatı yavaşlatmanın çok özgün bir biçimidir. İnsanlar, ibadete ayırdıkları süreyle zamanın normal akışını durdurur, kendilerine ebedî âlemle râbıta kuracak yepyeni bir zaman boyutu ihdas ederler.
Ramazan ayı Müslümanların festivalidir. Kutlanacak bir şeydir. Gündüz büyük bir derinleşme, Allah'a yaklaşma yaşarız. Gece de insanlar sokaklara taşarak bunu bir dostluk, bir bayramlaşma, bir coşku havasına büründürür. Bu çok mühim bir şeydir. Ramazan'da ev ziyaretleri olur, birbirini görmeyen dostlar buluşur, teravihlerde camiler dolup taşar. Ramazan, bu sebeple Müslüman coğrafyasının kendine mahsus bir zamanıdır; ‘Müslüman saati’dir, Müslüman ayıdır. Ben, değişik ülkelerde de bulundum. Mesela Mısır'da o coşkuyu çok fazla hissettim. Sahura kadar hiçbir yer durmuyor. İnsanlarda hep bir hareket, hep bir coşku hali var. Bu da bizi biz kılan, dünyanın kalan kısmından ayıran çok önemli bir özelliğimiz. Müslüman dünyasının küresel sistem tarafından tamamen ezilip yutulamamasının en önemli sebeplerinden bir tanesi Ramazan atmosferidir.
Ben, Ramazan’ın bir aile içerisinde yaşanmasının, bir çocuğun ruhuna atılmış ilmik gibi olduğunu düşünüyorum. Bir ailede ramazan layıkıyla yaşanıyorsa o ailedeki çocuğun ruh koordinatları belirlenir. Çocuk, nereye ait olduğunu, kim olduğunu, hangi milletin ferdi olduğunu, hangi uygarlık dairesine mensub olduğunu anlar. Çocuklar, festival havasında kutlanan bu Ramazanlarla, bayramlarla, Cuma namazlarıyla fark ederler kim olduklarını. Çünkü çocuk, kendisinin çok büyük bir anlam dairesine mensub olduğunu ve oraya mensub olmakla yüzyıllardır akıp giden bir geleneği devam ettirdiğini telakki eder. "Ben, buraya Mars'tan ışınlanmış bir varlık değilim; yıllardır akıp giden bir geleneğin zincirinin son halkasıyım." der. Bu süreklilik duygusunun verilmesi ve çocuğun ruh koordinatlarının saptanması açısından Ramazanların fevkalâde değerli tecrübeler olduğunu düşünüyorum. Bu tecrübeyi, çocuklarımızla coşku içinde yaşamalıyız. Çocuklarımız; yepyeni bir ayın geldiğini ve bu ayın çok mübarek, çok güzel bir ay olduğunu hissetmeliler.