Şehîd kimdir? Meşrûiyyet şartları oluşan bir savaşa Allah Teâlâ’nın yakınlığını kazanmak niyetiyle gönüllü olarak katılan ve mukâtele esnasında öldürülen mü’mine şehîd denir.
Şehîdlik mertebesi İslâmî anlamda velîlik ve takva gibi en yüksek mertebelerden biridir ve böyle olduğu için de şehâdet mertebesine ulaşmak her hakîkî ve samimi mü’minin arzusudur. Hakîkî anlamda şehîd, bahsedilen tarzda Rabbi’ne kavuşan Müslümandır. Şehîdler kanlı elbiseleriyle yıkanmadan defnedilirler. Şehîdler ölü değildir, Rablarının katında diridirler (Bakara, 2/154; Âl-i İmrân, 3/169).
Bir de hükmen şehîd olanlar var. Deprem, sel ve benzeri doğal âfetlerde veya taun, veba ve kolera gibi salgın hastalıklarda veyahut doğum esna’ında ve lohusa iken hayatlarını kaybeden mü’min ve mü’mineler hükmen şehîd sayılırlar, Allah Teâlâ bunları da özel olarak ödüllendirir. Hükmen şehîd olanlar gasledilip kefenlendikten sonra defnedilirler.
Para, ganîmet, şan, şöhret için İslâm ordusuna katılıp savaşanlar, mukâtelede öldürülmeleri halinde asla şehîd sayılmazlar. Bunlar paralı savaşçılardır. Niyetleri Hakk’ın rızâsını kazanmak değildir. (bk. Buhârî, Cihâd, 15; Müslim, İmâret, 150). Dünyevî hükümler îtibâriyle bunlar da elbiseleriyle yıkanmadan gömülseler de Allah katında şehîd değildirler. Hakîkî anlamda şehîd olmak için imân ve niyet öncelikli ve vazgeçilmez şartlardır.
Şehîdlik, Allah yolunda seve seve cânlarını feda edenlere yüce Allah tarafından verilen ulvî, mânevî bir rütbe ve bir makamdır. Kolay kazanılan, gelişi güzel herkese verilen ucuz bir mertebe değildir. Siyasî veya ideolojik maksatlarla verilen şehîdlik rütbesinin dinî ve mânevî anlamda hiçbir değeri yoktur. İslâm cemaatini ayrıştırma ve toplum vicdanını rahatsız etme bakımından zararlı unvanlar, dinî değerleri istismar etmenin ürünüdür.
‘Aşk Şehîdi’ deyiminden maksat hükmen şehîd olan Allah adamlarıdır. Bunlar ya ilâhî muhabbet ve aşk sebebiyle vefat edip Rablarına kavuşmuşlar, ya dünyada yaşarken nefs ve bedenlerinden fâni olup fenâfillah mertebesine ermişler veya ilâhî bir cezbeye kapılıp bir daha kendilerine gelemeyecek şekilde kendilerinden geçmişler (meczuplar gibi) veyahut da Hüseyn b. Mansur el-Hallâc ve Aynü’l-Kudât Hemedânî (i. 525/1130) gibi vecd ve cezbe esna’ında zâhir îtibâriyle dinin hükümlerine aykırı beyanlarda bulunmaları ve kendilerine emanet edilen ilâhî sırları ifşa etmeleri sebebiyle ulemâdan alınan fetva ile idam edilmişlerdir. Sûfîler, verilen fetvaya saygı göstermekle beraber darağacında cân veren mutasavvıfları ‘şehîd-i Hakk’ veya ‘şehîd-i aşk’ olarak görmüşlerdir. Hallâc ile Şehîd-i Hemadânî denilen Aynü’l-Kudât bunların en önemli olanlarındandır.
Şehîdetü’l-ışk (aşk şehîdi) olarak tanınan Râbiatü’l-Adeviyye her ne kadar Hallâc gibi idam edilmemişse de ilâhî muhabbet ve aşkı esas alan tasavvuf mesleğini genişletip derinleştirdiğinden tasavvufta ‘aşk şehîdi’ olarak anılmaktadır. Tasavvufta Allah muhabbetini ve aşkını esas alan yolda yürüyen pek çok sûfî ve evliyâ vardır. Semnûn el-Muhibb (Âşık Semnûn), Senâî, Attâr, Sultânu’l-âşıkîn ibn Fârız, Hazret-i Mevlânâ ve Yûnus Emre bunların en fazla bilinmekte olanlarındandır.
Tasavvufta ‘aşk şehîdi’ unvanı verilenlerin adedi çok azdır. Sûfîler ‘aşk şehîdi’ olanların durumunu ve bunun fazîletini anlatmak için şu hadîs üzerinde önemle dururlar: “Kim âşık olur da iffetini koruyarak aşkını saklı tutar ve neticede de ölürse şehîd olarak vefât etmiş olur.” (Hemedânî, 44, 331; ibn Hazm, 115; Abbâdî, 208; Câmî, 112; Aclûnî, II. 263).
Gerçi bu hadîsteki aşk ifadesi ilâhî aşkla sınırlı değildir, mecâzî ve beşerî aşkı da kapsar. Fakat sûfîler beşerî aşkın kaynağının da ilâhî olduğu görüşündedirler.
Mecnûn’un gördüğü güzellik her ne kadar zâhiren Leylâ’nın güzelliği ise de hakîkatte Leylâ mutlak cemâli yansıtan aynadan başka bir şey değildir. Bunun için mecâzî cemâl, hakîkî cemâlin kendisi olup mecâzî sûrette (formda) görünmüştür. Bu aşkın maktûlü olan, eğer iffetli olma ve aşkını gizli tutma şartına riâyet etmişse şehîddir. (Çünkü hadîste bu husûsa işâret edilmiştir.) (Câmî, 112). İbn Hazm aşk sebebiyle ölenlere örnek verir (s.115). “Hallâc darağacında iken ellerini kestiklerinde akan kanı yüzüne ve kollarına sürdü. ‘Niçin böyle yaptın?’ diye sorulunca; ‘Çünkü...’ dedi, ‘Abdest aldım.’ ‘Neyin abdesti?’ diye sordular. Dedi ki: ‘Aşkta kılınacak iki rekât namazın abdesti kanla alınmazsa sahih olmaz.’” (Attâr, 593)
Aşk ve kan, işte böyle bir araya gelir ve bu menkıbe büyük sûfî şairlerde yankılanır:
Ben yürürem yana yana aşk boyadı beni kana,
Ne âkîlem ne divâne gel gör beni aşk neyledi.
Yûnus Emre
Attâr, Hallâc’ı anlatırken ilk cümlesi şudur: “Allah yolunda Allah’ın maktûlü” yani Allah yolunda Allah tarafından şehîd edilen (Attâr, 483). Onu katleden Hak’tır, o Hakk’ın maktûlü, yani Hak şehîdidir. Hak aşkı onu öldürmüştür.
Zünnûn cân çekişirken dilinden şu kelimeler dökülmüştü:
Korku beni hasta etti, özlem ise yaktı.
Sevgi beni yatağa düşürdü, Allah da beni ihyâ etti.
Zünnûn son nefesini verince alnında yeşil bir yazı ile “Hâzâ Habîbullah, mâte fî hubbillah; hâzâ katîlullah, mâte bi Seyfillah” (İşte bu Allah sevgilisi, Allah sevgisiyle vefat etti, işte bu Allah’ın maktûlü/şehîdi Allah’ın kılıcıyla öldü ( Attâr, 158).
Allah sevgisinden bahseden sûfîlerin sohbetinden kuşların bile etkilenerek öldüklerine dâir menkıbeler anlatılır.
Semnûn el-Muhibb Allah aşkından bahsederken bir kuş geldi, koluna kondu. Sonra yavaş yavaş yere indi ve gagasıyla yere vurmaya başladı ve cân verdi (Kuşeyrî, 619).
Allah aşkıyla yanıp tutuşan sûfiyelerden biri de Rabiatü’l-Adeviyye’dir. Gözünden dökülen özlem ve hasret yaşları yeri ıslatırdı. Aşk ateşi içinde yandığından ona ‘aşk şehîdi’ denilmişti. Pervâne gibi kendisini aşk ateşine atmış, yanıp kül olmuştu.
Sa’dî der ki: “Ey bülbül! Aşkı pervâneden öğren, o yandı, cân verdi ama sesi çıkmadı.” (Gülistân, s.6).
Ey Derviş! Hak aşkıyla ölen bir kimse şehîddir ve kan parası da Hakk’a aittir.
İlâhî tecellîlerin bir kısmı Allah Teâlâ’nın kibriyâsından ve azametinden kaynaklanır. Buna celâlî tecellî denir. Diğer bir kısmı Allah Teâlâ’nın lûtfundan ve kereminden kaynaklanır. Buna cemâlî tecellî denir.
Hak âşıklarının bir kısmı celâlî tecellînin, diğer bir kısmı cemâlî tecellînin kurbanıdır (Baklî, 211). Sûfî her iki tecellînin kurbânı olmayı büyük bir lûtuf bilir. Âşık’ı şehîd eden âşktır denir ama aşkın var olma sebebi de ilâhî cemâldir. Aslında âşık’ı şehîd eden cemâldir (Mevlânâ, Mesnevî V, 179, 1).
İsmail’em Hak yoluna cânım kurban eylerim
Çün bu cân kurban sana ben koç kurbanı neylerim.
Yûnus Emre
Yılda bir kurban keserler halk-ı âlem id içun
Dem-bedem saat be-saat ben senin kurbanınem.
Fuzûlî
Aşkın âşıklar öldürür aşk denizine daldırır
Tecelliyle doldurur bana Seni gerek Seni.
Yûnus Emre
Bazı Hak âşıkları aşk şehîdi ve ilâhî muhabbet maktûlüdür, diğer bir açıdan bakılınca Hak âşıkları ölmez, tıpkı Allah yolunda maktûl düşen mücâhidler gibi.
Âşık öldü diye sala verirler
Ölen hayvan durur âşıklar ölmez.
Yûnus Emre
Abbâdî, aşk kelimesinin sözlükte sarmaşık anlamına geldiğine dikkat çeker. Sarmaşık bir ağaca sarıldığı zaman o ağaca öyle sıkı bir şekilde sarılır ve dolanır ki sonunda ağacın yaprakları, dalları ve gövdesi kurur. Tıpkı sarmaşık gibi aşk da insanın bedenine ve rûhuna öyle nüfuz eder ki onda kötülükten eser kalmaz, kötü huyları kurutur. Âşık kötülükten arınır ve bu anlamda ölür ama âşık aynı zamanda yeni bir hayata kavuşur. Cüneyd der ki; “Tasavvuf Allah’ın seni sende öldürmesi ve kendisiyle diri kılmasıdır.” (Kuşeyrî, 551). “Aşk ölerek hayata kavuşmaktır.” (Sûfîname, 208-211).
Abbâdî, âşıkların şehîdlik mertebesinde olduklarını/bulunduklarını da belirtir.
Aynü’l-Kudât şöyle der: “Allah’ın öyle kulları vardır ki kalplerinin nûru güneşten daha parlaktır. Onlar peygamber değiller ama kerâmetleri var, şehîd değiller fakat şehîdler mertebesindedirler.” (Temhidât, 44, 96-140)
Kudsî bir hadîste şöyle buyurmuştur: “Celâlim çerçevesinde birbirini sevenler için (kıyamet günü) nûrdan kürsüler kurulur, peygamberler ve şehîdler bile onlara imrenir.” (Tirmizî, Zühd, 53; Müslim, Birr, 37)
Aynü’l-Kudât yukarıdaki hadîsi şöyle nakleder: “Allah Rasûlü buyurmuştur ki: ‘Ümmetimden bir zümre bilirim Allah katında onlar benim mertebemdedirler. Gerçi onlar ne nebî ne de şehîddirler ama Allah’ın katındaki mertebelerine bakarak nebîler de şehîdler de onlara imrenirler. Onlar Allah rızası için birbirlerini sevenlerdir.’ ” (Temhidât, 44, 96-103).
KAYNAKÇA
Kuşeyr î, Risâle, Kahire, 1969.
İbn Hazm, Tavku’l-hamâme, Kahire, 1964, s. 115.
Attâr, Tezkiretü’l-evliyâ, Tahran, 1346, s. 158, 593.
Aynü’l-Kudât, Temhidât, Tahran, 1962, s. 44, 331, 442.
Azîzuddîn Nesefî, İnsan-ı kâmil, Tahran, 1337, s. 59.
Abbâdî, Sûfînâme, Tahran, 1340, s. 208-211.
Baklî, Şerh-i Şathiyat, Tahran, 1981, s. 211.
Serrâc Ca’fer b. Ahmed (i.500/1106) Mesâriu’l-Uşşâk, Beyrut, 1998.
Bedevî, Abdurrahman, Şehidetü’l-ışk: Râbiatü’l-Adevî, Kahire, 1949.
Câmî, Abdurrahman: Eşi’atu’l-Lemeât, Tahran 1383, s. 112.
Aclûnî, Keşfü’l-hafa, Beyrut, 1351, II, s. 263.
Sa’dî, Gülistân, tre, İstanbul, 1991, s.6.
Mevlânâ, Mesnevî, İstanbul, 1942, V, s. 179.
Tehânevî, Keşşâfu İstılahâti’l-Fünûn ve’l-ulûm, İstanbul, 1318, I, s. 296.